19 Nisan 2024 Cuma

Günahlara keffaret olan hastalıklar (1)

 

Günahlara Keffâret Olan Hastalıklar (1)

Bir hadis-i Kudsî’de mealen şöyle buyurulur: “Ey Kullarım! Siz gece gündüz hata işlersiniz. Ben ise bütün günahları bağışlarım; öyleyse bana tevbe ve istiğfar edin ki ben de sizi bağışlayayım.” Günahların bağışlanması iki şekilde olur. 1- Kulun, tevbe şartlarına uygun olarak yaptığı tövbe ile. 2-kulun başına gelen musibetlere sabretmesi sebebiyle. İşte aşağıdaki hadis bize ikinci şıktaki durumu müjdelemektedir:

3089... Amir er-Rami'den demiştir ki:

Ben memleketimizde idim. Birdenbire bizim için bayrakların ve sancakların dikilmiş olduğunu gördüm (ve) "Bu da nedir?" dedim. "Bu Rasûlullah (s.a.v.)'in sancağıdır" dediler. Bunun üzerine (Rasûlullah'ın) yanına vardım. Bir ağacın altında kendisi için serilen bir elbisenin üzerinde oturuyordu. Sahabileri etrafına toplanmışlardı. Ben de onlar(ın arasın)a oturdum. Rasûlullah (s.a) hastalıklardan bahsediyordu. Bu sırada...

"Bir mü'mine hastalık isabet eder, sonra Allah bu mü'mini o hastalıktan kurtarırsa o, hastalık, bu mü'minin günahlarına keffaret, ileride (başına) gelecek işler hakkında ona bir öğüt olur. (Fakat) bir münafık hastalanır da sonra iyileşecek olursa, tıpkı sahiplerinin bağlayıp da sonra salıverdiği bir deve gibi olur. Kendisini niçin bağladıklarını da bilmez, niçin saldıklarını da bilmez." buyurdu. (Ebu Davud Cenaiz/1)

Açıklama

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, sahabilerinin başına gelen hastalık ve musibetlerin hikmetinden şikâyette bulunmadan bunlara sabretmenin ahiretteki sevabından ve Allah'a ait küçük büyük bütün günahlara keffaret olacağından bahsederken, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Allah'ın mü'min kullarına karşı çok merhametli olduğu, onu bu dünyadaki günahlarından temizlemek ve cennetine sokmak için, günahlarına keffaret olacak hastalık ve musibetlere maruz bıraktığı ifade edilmektedir.

Kâmil mü'minler, bunu bildikleri için Allah'tan gelen tüm musibetleri rıza ile karşılarlar ve bu sayede varsa günahları affedilir, yoksa cennetteki makamları yükselir.

Gafil mü'minler ise, bu hikmeti bilmedikleri için başlarına gelen musibetleri kullara şikâyet ederek bu sevaba ermekten mahrum kalırlar. Sahibi tarafından bir süre bağlandıktan sonra bırakılıverilen devenin hali ne ise, hastalıklar ve musibetler, karşısında kâfirlerin hali de odur. Bu hususta duygusuzluk, basiretsizlik, şuursuzluk yönünden deve ile kâfir arasında bir fark yoktur. İkisi de başlarına gelen bu sıkıntıdan bir ibret dersi ve bir manâ çıkaramazlar. Sadece yiyecek ve içecek gibi dünya hazlarından mahrum kaldıklarına üzülürler.

Bu konuyu destekleyen hadislerden bazıları:

1.Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mümin yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” (Bir daha kalkamaz) (Buhârî, Tevhîd, 31)

2. "Aziz ve Celil olan Allah melaikelere emredip gidiniz, falanca kulumun üzerine belâ ve musibetleri dökünüz, der. Onlar da gidip o kulun üzerine bela ve musibetleri dökerler. Bunun üzerine o kul Allah'a şükretmeye başlar. Melekler Allah'a dönüp gördüklerini anlatırlar. "Haydin geri gidiniz. Ben o kulumun yalvarıp yakarmasından hoşlanıyorum" buyurur" (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/178)

3. “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49)

4. "İnsanlar içinde belası en çetin olanlar peygamberlerdir. Onlardan sonra da efdalden efdale teveccüh eder. Kişi dininin derecesine göre belâlanır. Artık dininde selabet (ve kuvvet) varsa belası çetinleşir. Dininde yufkalık (za'f) varsa o da dini mikdarınca ibtila görür. Bu suretle kula ait bela yeryüzünde üzerinde hiçbir günah kalmayarak yürüyeceği bir zamana kadar devam eder, gider." (İbn Mace Fiten/23 h. No:4023, Ebu davud H. No: 3089)

Günahlara keffaret olan Hastalıklar (2)

 

Günahlara Keffâret Olan Hastalıklar (1)

Bir hadis-i Kudsî’de mealen şöyle buyurulur: “Ey Kullarım! Siz gece gündüz hata işlersiniz. Ben ise bütün günahları bağışlarım; öyleyse bana tevbe ve istiğfar edin ki ben de sizi bağışlayayım.” Günahların bağışlanması iki şekilde olur. 1- Kulun, tevbe şartlarına uygun olarak yaptığı tövbe ile. 2-kulun başına gelen musibetlere sabretmesi sebebiyle. İşte aşağıdaki hadis bize ikinci şıktaki durumu müjdelemektedir:

3089... Amir er-Rami'den demiştir ki:

Ben memleketimizde idim. Birdenbire bizim için bayrakların ve sancakların dikilmiş olduğunu gördüm (ve) "Bu da nedir?" dedim. "Bu Rasûlullah (s.a.v.)'in sancağıdır" dediler. Bunun üzerine (Rasûlullah'ın) yanına vardım. Bir ağacın altında kendisi için serilen bir elbisenin üzerinde oturuyordu. Sahabileri etrafına toplanmışlardı. Ben de onlar(ın arasın)a oturdum. Rasûlullah (s.a) hastalıklardan bahsediyordu. Bu sırada...

"Bir mü'mine hastalık isabet eder, sonra Allah bu mü'mini o hastalıktan kurtarırsa o, hastalık, bu mü'minin günahlarına keffaret, ileride (başına) gelecek işler hakkında ona bir öğüt olur. (Fakat) bir münafık hastalanır da sonra iyileşecek olursa, tıpkı sahiplerinin bağlayıp da sonra salıverdiği bir deve gibi olur. Kendisini niçin bağladıklarını da bilmez, niçin saldıklarını da bilmez." buyurdu. (Ebu Davud Cenaiz/1)

Açıklama

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, sahabilerinin başına gelen hastalık ve musibetlerin hikmetinden şikâyette bulunmadan bunlara sabretmenin ahiretteki sevabından ve Allah'a ait küçük büyük bütün günahlara keffaret olacağından bahsederken, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Allah'ın mü'min kullarına karşı çok merhametli olduğu, onu bu dünyadaki günahlarından temizlemek ve cennetine sokmak için, günahlarına keffaret olacak hastalık ve musibetlere maruz bıraktığı ifade edilmektedir.

Kâmil mü'minler, bunu bildikleri için Allah'tan gelen tüm musibetleri rıza ile karşılarlar ve bu sayede varsa günahları affedilir, yoksa cennetteki makamları yükselir.

Gafil mü'minler ise, bu hikmeti bilmedikleri için başlarına gelen musibetleri kullara şikâyet ederek bu sevaba ermekten mahrum kalırlar. Sahibi tarafından bir süre bağlandıktan sonra bırakılıverilen devenin hali ne ise, hastalıklar ve musibetler, karşısında kâfirlerin hali de odur. Bu hususta duygusuzluk, basiretsizlik, şuursuzluk yönünden deve ile kâfir arasında bir fark yoktur. İkisi de başlarına gelen bu sıkıntıdan bir ibret dersi ve bir manâ çıkaramazlar. Sadece yiyecek ve içecek gibi dünya hazlarından mahrum kaldıklarına üzülürler.

Bu konuyu destekleyen hadislerden bazıları:

1.Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mümin yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” (Bir daha kalkamaz) (Buhârî, Tevhîd, 31)

2. "Aziz ve Celil olan Allah melaikelere emredip gidiniz, falanca kulumun üzerine belâ ve musibetleri dökünüz, der. Onlar da gidip o kulun üzerine bela ve musibetleri dökerler. Bunun üzerine o kul Allah'a şükretmeye başlar. Melekler Allah'a dönüp gördüklerini anlatırlar. "Haydin geri gidiniz. Ben o kulumun yalvarıp yakarmasından hoşlanıyorum" buyurur" (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/178)

3. “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49)

4. "İnsanlar içinde belası en çetin olanlar peygamberlerdir. Onlardan sonra da efdalden efdale teveccüh eder. Kişi dininin derecesine göre belâlanır. Artık dininde selabet (ve kuvvet) varsa belası çetinleşir. Dininde yufkalık (za'f) varsa o da dini mikdarınca ibtila görür. Bu suretle kula ait bela yeryüzünde üzerinde hiçbir günah kalmayarak yürüyeceği bir zamana kadar devam eder, gider." (İbn Mace Fiten/23 h. No:4023, Ebu davud H. No: 3089)

15 Nisan 2024 Pazartesi

Hasta ziyaret etmek (1)

 

Hastaları Ziyaret Etmek (1)

Hastaları ziyaret etmenin dinimizde çok önemli yeri vardır. Bu hasta gayrimüslim olsa bile. Bunun ilk örneğini sevgili Peygamberimiz (sav)de görüyoruz:

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hizmetinde bulunan yahudi bir çocuk vardı. Bir gün hastalandı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona:

- “Müslüman ol!” buyurdu. Çocuk, düşüncesini öğrenmek için, yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası:

- Ebü’l-Kâsım’ın çağrısına uy, dedi. Çocuk da Müslüman oldu. (Ebü’l-Kasım peygamberimizin künyesidir.)

Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun” diyerek dışarı çıktı. (Buhârî, Cenâiz 80, Merdâ 11, Ebû Dâvûd, Cenâiz 2)

Açıklamalar

Hz. Peygamber nezaket ve tevazu göstererek yahûdi çocuğunu ziyarete gitmiş, başucuna oturmuş ve halini hatırını sormuştur. Hadiste, sanki oturur oturmaz müslüman olmasını istemiş gibi bir anlatım görülüyorsa da, hastayı ziyaret edenin hiç şüphesiz ilk yapacağı iş, hastanın halini hatırını sormak, ona dua etmek, geçmiş olsun dileğinde bulunmaktır. Bu olağan muameleler içinde râvi Enes hazretlerinin en çok dikkatini çeken, Hz. Peygamber’in hastanın başucuna oturması ve sırası gelince de çocuğa müslüman olması için telkinde bulunması olmuştur. Bunun için o iki hususu anlatıvermiştir.

Buhârî'nin rivayetine göre, bu çocuğun İsmi Abdül-Kuddus idi. çocuk, babasının da teşvik ettiğini görünce "Eşhedü en la ilahe illallah ve enne muhammeden Rasulullah" diyerek İslam dairesine girmiş ve müslüman olarak can vermiştir. Ancak adı geçen çocuğun aslında buluğa ermiş bir genç olduğu halde burada kendisinden mecazen çocuk diye bahsedilmiş olması da mümkündür.

Hadîs-i şerîf hasta ziyaretinin gayri müslimleri de kapsadığını, bu tür beşerî ilişkilerin din telkini için uygun birer fırsat olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca hadis, henüz büluğa ermemiş mümeyyiz çocuklara (gulâm) din telkin edilebileceğini göstermektedir.

Hz. Peygamber’in sonuçta, “Şu yavrucağı benim vasıtamla azaptan kurtaran Allah’a hamdolsun” diye memnuniyetini belirtmesi, insanlar için İslâm olmaktan başka kurtuluş yolunun bulunmadığını göstermektedir. Yani bir anlamda “ya İslâm, ya cehennem” mesajı verilmiş olmaktadır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Müslümanların idaresi altında yaşayan ve zimmi denilen ehl-i kitabın hastalarını ziyaret etmek caizdir. Çünkü bunda İslâm'ın yüksek ahlakını izhar ve onları İslama ısındırma imkânı vardır.

2. Yahudi veya hıristiyan bütün Ehl-i kitâb’ın İslâmiyet’i kabul etmekle yükümlü oldukları, İslâm geldikten sonra kendi dinlerine bağlı kalmak suretiyle kurtuluşa eremeyecekleri anlaşılmaktadır.

3. Hz. Peygamber büyük bir tevazu sahibi idi.

4. Hastayı ziyaret etmek ve baş sağlığı dilemeye (tâziye) gitmek gibi beşerî ilişkiler, din telkini için uygun fırsatlardır.

5. Bir kişinin Müslüman olmasına vesile olmak, son derece büyük bir bahtiyarlıktır.