Sır, gizli
kalması ve herkese söylenmemesi gereken şeydir. Başkaları duyunca, ya mahcup
oluruz veya o işi başaramayız. Bu bakımdan sır saklamak, başarının önemli
sebeplerinden biridir. Sır sayılabilecek işler gizli tutulmalıdır.
Fatih Sultan Mehmet Hanın, "Yapacağım işleri, sakalımın bir kılı bile
bilse, onu kopartırım" dediği meşhurdur.
Sırrını söyleyen ekseriya pişman olur. İnsan, söylemediği sözün hakimi,
söylediği sözün mahkumudur. Herkes kolay sır saklayamaz.
Arapça bir
söz vardır: Bir sır ki ikiyi aşarsa, artık o yayılır. Buradaki ikiden maksat
iki kişi değil, iki dudağı aşarsa demektir. Bir kişiye de olsa söylenen sır,
sır olmaktan çıkar.
Açma sırrını dostuna, [dostunun da dostu vardır] o da söyler dostuna.
Sırrı gizleyebilen insan, çok az olduğu için, sırrımızı başkalarına söylememiz
uygun olmaz. Başkalarının bize söylediği gizli şeylerini de, adeta unutmalıyız,
hiç kimseye söylememeliyiz! Cenab-ı Hakkın bir ismi de Settar’dır.
Ayıpları, çirkin işleri gizler. İnsanların ayıplarını gizleyen kulunu da sever.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu
örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet
gününde Allah da onun ayıbını örter.” Müslim,
Birr 72.
Bu konuyu İslam tarihinden birkaç örnekle taçlandıralım.
Hazreti Peygamber (sav) Mekke’de sıkıntı çeken Müslümanlara Medine’ye gitmelerini tavsiye etmişti. Bunun üzerine imkân bulanlar (Hazreti Ömer hariç) gizli gizli Medine’ye gitmeye başladılar. Hazreti Ebu Bekir de hicret için izin istediğinde ona biraz beklemesini tavsiye etti. Bu ara biraz uzayınca “Es-Suhbetü ya Resûlallah? –yoksa beraber mi gideceğiz?” diye sorduğunda: Evet, buyurdular de ne zaman, nasıl gidecekleri hakkında bilgi vermediler. Bunun üzerine Hazreti Ebu Bekir üç tane deveyi besiye aldı ve gittiler.
Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, kızı Hafsa’nın dul kaldığı zamandan bahisle dedi ki:
- Osman İbni Affân ile karşılaştım ve ona Hafsa’dan söz ederek “İstersen sana Hafsa’yı nikâhlayayım” dedim. Osman:
- Hele bir düşüneyim, cevabını verdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra karşılaştığımızda, “Şimdilik evlenemeyeceğim” dedi. Sonra Ebû Bekir’e rastladım. Ona da:
- İstersen sana kızım Hafsa’yı nikahlayayım, dedim. O ise sustu; ağzını açıp da bir söz söylemedi. Bu sebeple ona Osman’a gücendiğimden daha fazla kızdım ve gücendim diyen Hz. Ömer duygularını Resûl-i Ekrem’e açtı. Resûl-i Ekrem de yakında Hafsa’nın Osman’dan daha hayırlı, Osman’ın da Hafsa’dan daha hayırlı biriyle evleneceğini söyledi. Nitekim Resûlullah Hazreti Hafsa ile evlendi. Hz. Osman da Resûlullah’ın diğer kızı Ümmü Külsûm ile evlendi. Hazreti Ömer der ki:
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir’le karşılaştığımızda bana:
- Hafsa’yla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmişsindir, dedi. Ben:
- Evet, diye cevap verdim. Ebû Bekir şunları söyledi:
- Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Hz. Peygamber’in Hafsa ile evlenmekten söz etmesidir. Elbette Resûlullah’ın sırrını ifşâ edemezdim. Şayet Nebiyy-i Muhterem Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim. (Buhârî, Nikâh 33, Nesâî, Nikâh 30)
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları onun yanında otururlarken Fâtıma tıpkı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi yürüyerek çıkageldi. Resûl-i Ekrem onu görünce sevindi ve “merhaba kızım” diyerek sağ veya sol yanına oturttu. Sonra Fâtıma’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fâtıma güldü. Fâtıma’ya:
- Hanımları yanındayken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sadece sana bir sır verdi; sen de ağladın, dedim ve Resûlullah kalkıp gidince, ona: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana ne söyledi?” diye sordum. Fâtıma:
- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sırrını kimseye söyleyemem, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince de:
- Senin üzerindeki analık hakkıma dayanarak Resûlullah’ın sana verdiği sırrı bana söylemeni istiyorum, dedim. Fâtıma:
- Şimdi olabilir, dedi ve şunları söyledi: Resûl-i Ekrem kulağıma ilk defa bir şey söylediğinde, Cebrâil’in nâzil olan Kur’an âyetlerini baştan sona okumak üzere her yıl bir -veya iki- defa geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defa geldiğini söyledi ve “Ecelimin yaklaştığını anlıyorum; Allah’a karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol! Benim senden önce gitmem ne iyi!” buyurdu. Bunun üzerine gördüğün gibi çok ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, kulağıma tekrar bir şeyler fısıldayarak: “Fâtıma! Mü’min hanımların - veya bu ümmetin kadınlarının- hanımefendisi olmak istemez misin?” buyurdu. O zaman da gördüğün gibi güldüm. (Buhârî, Menâkıb 25, Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 97-99)
Bir rivayette de Resûl-i Kibriyâ’nın vefatından sonra ailesi arasında ona ilk önce Fâtıma’nın kavuşacağı haberiydi ki, gerçekten de efendimizin vefatından altı ay sonra da Hazreti Fatıma vefat etmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
“Ben çocuklarla oynarken Resulullah (s.a.v.) yanıma geldi. Bize selam verdi. Beni hacete gönderdi. Bu sebeple annemin yanına dönmekte geciktim. Eve geldiğim zaman annem, bana:
“Niye geciktin?” diye sordu. Ben de:
“Resulullah (s.a.v.) beni bir hacet için bir yere gönderdi” dedim. Annem:
“Haceti neymiş?” diye sordu. Ben de:
“O, bir sırdı” dedim. Annem:
“Resulullah (s.a.v.)'in sırrını sakın bir kimseye söyleme!” dedi. Enes:
“Allah'ın adına yemine derim ki, bu sırrı bir kimseye söyleyecek olsam sana söylerdim ey Sabit!” dedi. (Müslim Fezailü’s-Sahabe 32-140)
Açıklama:
Konuyu
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'den bir hikaye ile noktalayalım:
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli
tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı
ülkeyi sorunca, Yavuz ona: Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.
Vezir: "Evet hünkarım, bilirim" dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:
"İyi, ben de bilirim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder