20 Nisan 2021 Salı

Köy Enstitüleri

 

Ben bir ilahiyatçı olarak ömrüm boyunca siyasi çekişmelerden uzak kalarak, yüce dinimizin güzelliklerini anlatmaya çalıştım. Benim inandığıma göre Rabbimiz Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ‘İyi’ dediği şeyler iyidir, kötü dediği şeyler de kötüdür. Bir örnek verecek olursak, içki içenler ellerindeki bardakları tokuştururken “Şerefe” diyorlar. Oysa bu olsa olsa şeytanın şerefinedir. Binaen aleyh özel olsun, tüzel olsun kişilerin sözlerine ve icraatlarına bakarım, artısıyla eksisiyle Allah’ın kitabına arz ederim. Eğer Kur’an’a uygunsa başım üstünde yeri vardır. Uyanı ve uymayanı varsa, uyanları takdir etmekle beraber, uymayanların yanlış olduğunu söylemeyi de dinimizin bize yüklediği bir görev bilirim.

Dolayısıyla yakın tarihimizde eğitim veren “Köy Enstitüleri” üzerinde bir makale okuyunca aşağıdaki yazıyı yazma ihtiyacını hissettim.

Köy enstitüleri:  

1940 yılında açılan Köy enstitülerinin ortaya çıkışını hazırlayan çalışmalar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 ve 1935 kurultaylarında alınan kararlar doğrultusunda oluşturulan eğitmen projesine kadar uzanır.

… 1954’te yürürlüğe giren 6234 sayılı kanunla Köy enstitüleri kapatılarak mevcut okullar ilköğretmen okullarına çevrildi (Binbaşıoğlu, s. 20. TDV. Diyanet İslam Ansiklopedisi ilgili madde.)

Köylüleri eğitmek amacıyla kurulan bu okulların müspetlerini takdir etmekle beraber madalyonun öbür tarafını da görmemiz gerekmektedir.

Rahmetli Menderes döneminde niçin kapandı?

Bu konuda Merhum Mehmet Akif Ersoy’un fikir arkadaşı ünlü yazar rahmetli “Eşref Edip Fergan”ın (1882-1971) kaleme aldığı “Kara kitap”tan ve diğer tarihçilerin yazılarından aldığım belgeleri sunacağım. EŞREF EDİP FERGAN hakkında geniş bilgi isteyen “Diyanet İslam Ansiklopedisi ”ne bakabilir.

Kara kitapta aynen şöyle yazıyor:

… 1940’lı yıllarda Din müesseselerinin kapılarını zincirleyen, kırk bin din talebesini sokağa döken, bütün okullardan din derslerini kaldıran halkçılar, açtıkları köy enstitülerinden komünist öğretmenler yetiştiriyor, bunları Rusya’ya gönderiyor, orada tahsilini ikmal ettiriyor, sonra onları masum Türk yavrularının başına geçiriyorlardı.

O köy enstitüleri ki, orada kız ve erkek çocuklar bir arada bulunduruluyor, her türlü rezaletler oluyor, sık sık idarecilere içkili, danslı ziyafetler veriliyor, mumlar söndürülüyor, diploma yerine kucaklarında bir piçle evlerine dönenler oluyordu.

O köy enstitüleri ki, orada Marks’ın beyannamesi, komünist eserleri öğretiliyor, Müslüman Türk milletinin dini, örf ve adetleri tahkir, mukaddesatı tezyif ediliyordu. En rezil hikayeler okutuluyor, en edepsiz piyesler oynatılıyordu. Bu komünist batakhanelerine oluk oluk devlet parası akıtılıyordu.[1](Kara kitap : 19-20)

Rusya’da din müesseseleriyle çarpışmak için “Allahsızlık kulüpleri” kurulmuştu. Halkçılar da burada “Halkevleri” kurdular.

Dinsizlik ve ahlaksızlık merkezleri olan Köy Enstitüleri, devlet parasıyla çıkarılan “Köy Enstitüsü” dergisi komünist fikirlerle, dinsizlik propagandalarıyla dolu idi. Komünist olmayanlar cahil olarak gösteriliyordu.

Edepsiz, ahlaksız hikâyeler bu derginin başlıca sermayesi idi. Ezcümle karısını, kardeşinin kolları arasında zina halinde seyreden kocanın hikâyesi, “Kaymak Tabağı” isimli rezil, iğrenç ve adi bir hikâyenin el yazılı nüshası öğrenciler arasında elden ele dolaştırılırdı. İdare de bunu hoş görür, herhangi bir yasaklamada bulunmazdı.

Meşhur komünist Sabahattin Ali’nin iğrenç hikayeleri çocuklara okutuluyordu. Bu hikâyelerden birinde bir fahişe ile geçirilen bir gecenin rezaleti ve lağım kokusu havası anlatılıyordu.

Öğretmenler öğrencilere tecavüz ederlerdi. Adliyenin müdahalesiyle bazıları evlenmek zorunda kaldılar.

Kendileriyle münasebet kurmayan kız öğrenciler tehdit ediliyor, dövülüyor, hatta bıçaklanıyordu.

Batıl davalarını yürütmek için hep Atatürk’ü siper olarak kullandılar.

Kızılay, çocuk Esirgeme Kurumu, Yardım sevenler gibi cemiyetlerin başlarına hep farmasonları koydular. Onlar da batıl fikirleriyle masum yavruları zehirlediler. Milli ve dînî ananelerden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmaktan geri durmadılar.

Hasan oğlan Köy Enstitüleri bilhassa komünist yatağı idi. Burada yetişen komünistler, diğer köy enstitülerine yardımcı olarak gönderilirdi. Bu suretle komünizm sahası genişletiliyordu.

İlkokullar umum müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu enstitülere sık sık gider, okulda içkili, danslı ziyafetler verilir, kız öğrenciler sakilik ederlerdi. Düğün, nişan toplantıları yapılır, oldubittiler ört bas edilirdi. (Kara kitap: 32-34)

Gönen köy Enstitüsünde öğretmen Romanyalı Hıristiyan Yorgi Karamus, komünistlikten 8 aya mahkum olduğu halde köy enstitüsünde öğretmen olarak bulunması idarecilerin maksadını apaçık göstermektedir.

Halkçıların gözdesi Hakkı Tonguç 1946’da “Gölköy” Enstitüsüne kalabalık bir maiyetle gitmiş, okulda şerefine verilen içkili ve danslı ziyafette bir aralık mumlar söndürülmüş, karanlıkta dans edilmiş, mumlar yanınca çiftler kimlerle sarmaştıklarını görmüşlerdi.

Öğrencilerden bazı kızlar Rusya’ya gönderiliyor, orada iyice komünistliği öğrendikten sonra geliyor, Milli Eğitim Bakanlığı bu kızı(!) mümtaz öğretmen olarak köy enstitülerine tayin ediyordu (atıyordu.)

Maarif vekili Ahmet Tevfik ileri’nin, köy enstitüleri hakkında 26.12.1954 günü TBMM. inde verdiği açıklamalardan, 22. toplantıdaki konuşmalarından özetler:

Hasan oğlan köy enstitüsü yüksek kısım öğrencilerinin konferanslarından tespit edilmiş parçalar:

“Biz hâlâ bu rejimi (komünizmi) kabul ettiremiyor isek, o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafalarımızın geriliğindendir. Son varılacak nokta; vatan, sınır kavgaları atılarak aile ve memleket diye bir şeyin tanınmadığı, bütün insanların kardeş olarak yaşamaya çalıştıkları bir merkezdir. Bunun için yapacağımız iş, hükümeti devirerek yerine geçmek, komünistliği ilan etmektir. Aile kutsiyeti bir saçmadan başka bir şey değildir. Senin karın, benim karım diye tabiat bir şey ayırt etmemiştir. Bunları ortadan kaldıracak elemanlar bizleriz.” (Kara kitap/37)

Ünlü tarihçi Merhum Yavuz Bahadıroğlu da şöyle yazmıştı:

Köy enstitüleri ne amaçla kuruldu?

Köy enstitülerinin amacı konusunda, enstitünün kurucusu, o zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel şöyle diyor:

“Biz istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, İmamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir.

“Bu manevî hâkimiyet, maddî tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz, imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”

Bütün mesele bundan ibaretti. Osmanlı oluşunun kılcal damarlarında dolaşan “İmam”ın telkin ettiği “İman”ın yerini “Devrimci öğretmen” kanalıyla Lâiklik alacaktı. Hâlâ da bunun kavgasını veriyorlar.

Ünlü sosyolog Şerif Mardin’in, şu çok tartışılan, “Cumhuriyet öğretmeni İmama yenildi” sözü bu çerçevede yapılan önemli bir tesbittir. (26 Nisan 09 Tarihli Vakit Gazetesi, 10. sayfa, Yavuz Bahadıroğlu’nun makalesi).

1945yılında CHP’nin tek parti iktidarı döneminde gençlere okutulan bir kitapta aynen şu ifadeler vardır: tanrıların en sonuncusu, en verimlisi Muhammedin haber verdiği tanrıdır… Bu tanrı’nın da diğer ilkel tanrılara benzer tarafları vardır. Ümit edelim ki, yarının dünyası göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle beslenmesin.

(1945 tarihli Köy enstitüleri dergisi 2. sayı 304. sayfa. Milli Eğitim Basımevinde basılmıştır.)

Yorumunu okurlarıma bırakıyorum…



[1]           Kara kitap s.19-20

19 Nisan 2021 Pazartesi

Hazreti Meryem

 

Hazreti Meryem’in dedesinin adı İmran’dır. İmran’ın eşinin adı da Hanne’dir. Batılı kaynaklar bunu “Anna” diye yazarlar. Bunlar hakkında şöyle bir menkıbe nakledilir: İmran’ın karısı Hanne, Hazreti İsa’nın anneannesi yaşı ilerlediği halde çocuğu olmamıştı. Bir gün bir kuşun yavrusunu beslediğini görünce buna imrenmiş ve yüce Allah’a yalvarıp kendisine bir çocuk ihsan etmesini istemiş ve çocuğu olduğunda onu Kudüs’teki “Beytülmakdis”in, yani Mescid-i Aksa’nın hizmetine vereceğini adamıştı. Yüce Allah da onun bu duasını kabul etmiş ve hamile kalmıştı.  Bu olay Kur’an-ı Kerimde şöyle beyan edilir:

“İmrân'ın karısı şöyle demişti: «Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.

- Onu doğurunca, "Rabbim!" dedi, "Onu kız doğurdum." -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir-  "Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum."

Yorum: Hanna, doğacak çocuğu, yalnız Allah’a kul olmaya vakfedeceğini adamış ve adını da Meryem koymuş, ayrıca Yüce Allah’tan, çocuğunu şeytanın şerrinden korumasını da istemiştir. Hadis: “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, doğum sırasında şeytan ona dokunmuş (messetmiş) olmasın. Çocuk doğar doğmaz şeytanın bu dokunuşundan dolayı imdat isteyerek ağlar. Ancak Meryem ve oğlu (İsa) bunun dışındadır.” (Buhârî, Tefsir, Sûre 3/2; Müslim, Fadâil, 40). Bu hadis, Hz. İsa’nın temiz yaratılışına işarettir. Peygamberler genel olarak masumdur, şeytan onları etkisi altına alamaz.

 “Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya onun yanına, mihraba (odaya) her girişinde yanında bir rızık bulurdu; "Ey Meryem! Bu, sana nereden (geliyor)" derdi. O da: "Bu Allah katındandır, şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi. (Al-i İmran 35-37)

Zekeriyya (a.s.), Hz. Meryem'in teyzesinin kocasıydı. Hazreti Meryem’in babası vefat ettiği için onun bakımını Hz. Zekeriyya üzerine almıştı. Meryem'e özel bir oda tahsis etti ki, ona âyette "Mihrab" denmiştir. Âyette geçen mihrabın camilerde imamın namaz kıldırdığı yer olan mihrab ile ilgisi yoktur. Hz. Zekeriyya, Meryem'in yanına her girişinde çeşit çeşit taze meyveler görürdü. Bunlar o mevsimde o bölgede yetişmeyen meyvelerdi.)

Hazreti Meryem’in çocukluk dönemi böyle geçtikten sonra gerisini Yüce Rabbimiz “Meryem suresinde şöyle beyan ediyor:

Kitapta, Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail'i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.

Meryem: "Senden, Rahmân'a sığınırım. Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)" dedi.

Cebrail: "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim" dedi.

 Meryem: "Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir? dedi.

Cebrail: "Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir" dedi.

Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!" dedi.

Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı."

(Açıklama: 24-25 nci âyetlere göre, Hz. Meryem gebeliği ilerleyince, durumu ailesinden gizlemek için uzak bir yere gider, doğum sancısı tutunca bir ağacın altına gelir. Rivayete göre bu hurma ağacı başı ve meyvesi olmayan kuru bir kütük idi ve mevsim de kıştı. Hz. Meryem onu silkeleyince dallar, yapraklar ve meyveler oluşmuştur. Bu, Hz. Meryem’in temizlik ve iffetini gösteren açık bir delildir ve onun elinde meydana gelen keramettir.

Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.

Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, "Şüphesiz ben Rahman'a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım" de.

Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: "Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın.

Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.

Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. "Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?" dediler.

Çocuk (Hazreti İsa) dedi ki: “Kuşkusuz, ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı.”

(Açıklama: Bu âyette, Hz. İsa’nın beşikteki ilk sözünün, “Ben, Allah’ın kuluyum.” olması, daha sonra onu ilâhlaştıracak olanlara açık bir rettir. Burada, Hz. İsa’ya verilecek olan kitap da İncil’dir.)

Beni her nerede olursam olayım, mübarek kıldı. Bana, hayatta bulunduğum müddetçe namaz (kılmam) ı, zekât (vermem) i emretti.

Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı.

Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir.

İşte hakkında (Yahudilerle Hristiyanların) ihtilaf edip durdukları Meryem oğlu İsa'ya dair Allah'ın sözü budur.

Allah'ın çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece "ol!" der ve o da oluverir.

Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O'na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur. (Meryem /16-36)

İslam dini ve Hıristiyanlık

 

Birçok çağdaş Müslüman “Allah” diyen herkesi Müslüman sayıp cennete gönderiyorlar. Oysa cennetin tapusu ne senin elindedir, ne de benim elimde! Cennetin de cehennemin de  sahibi Allah’tır. Kimi nereye koyacağını da o tayin eder, belirler. Bu gün birçok kimsenin ağzından “Üç büyük din, üç kutsal din” gibi sözler duymaktayız. Oysa Allah’ın kabul ettiği ve razı olduğu din sadece İslam’dır.  Bunu Kur’an-ı kerim şöyle haber veriyor:

 “Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır.” (Al-i İmran/19) Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Al-i İmran/85)

“Ant olsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir (İsa’dır)" diyenler kesinlikle kâfir oldu.  Oysa Mesih (İsa) şöyle demişti: "Ey İsrail oğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur." (Maide/72)

Ayete dikkatle baktığımızda Hazreti İsa: “Benim babam olan Allah’a kulluk edin” demiyor, “Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir” diyor.

Diğer ayetlerde de şöyle buyuruluyor:

“Ant olsun, "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler kâfir oldu.  Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.” (Maide/73)

“Hâlâ mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Maide/74)

“Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar.”(Maide/75)

   (Ey Muhammed!) “De ki: "Allah'ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Maide/76)

“De ki: Ey Kitap ehli (Hristiyanlar ve Yahudiler)! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış, dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzularına uymayın.” (Maide/77)

Yani, Ey Hıristiyanlar, siz Mesih'in (İsa’nın) hak olan peygamberliğini ileri geçip de onu ilâhlık, tanrılık mertebesine çıkarmayınız. Ey Yahudiler, siz de onun peygamberliğini inkâr etmeyiniz. Kıymet ve değerini düşürüp de Allah'ın lütfettiği hakkına tecavüz etmeyiniz.

“İsrail oğullarından kâfir olanlara, hem Davud’un, hem de Meryem oğlu İsa’nın dili ile lânet olundu. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı.” (Maide/78)

Tefsir alimlerinin çoğunluğu demişlerdir ki, Davud'un lisanı ile lanet, sebt ashabına (Yahudilere), İsa'nın dili ile lanet ise Maide ashabına (Hristiyanlara) olunmuştu. Eyle ahalisi cumartesi günü zulmettikleri zaman Davud Aleyhisselam onlara lanet etmiş, maymunlara dönmüşlerdi.

Andolsun, içinizden Cumartesi günü (ne saygı göstermek) hakkında (ki dinî hududu balık avlamak suretiyle) çiğneyip geçen («eyle» li)ler (in hallerini, başlarına gelenler)i de her halde bil(ib öğren)mişsinizdir. İşte biz onlara (Davud lisaniyle) : «Hor ve zelil maymunlar olun» dedik,” (üç gün sonra hepsi helak oldu). (Bakara/65)

Bu ayetlerden anlaşılan odur ki, Hıristiyanlar “İsa Allah’ın oğludur” dedikleri için, Yahudiler de Hazreti İsa’nın peygamberliğini kabul etmedikleri için Allah katında kâfirdirler ve cehennem ehlidirler.

Biz Müslümanlar ise Hazreti İsa hakkında Kur’an-ı Kerimin dediğine inanırız, o Allah’ın oğlu değil, diğer peygamberler gibi bir peygamberdir, hem de kendisine İncil indirilmiştir. Ne yazık ki bu gün ne Yahudilerin ellerindeki Tevrat aslına uygundur, ne de Hıristiyanların ellerindeki İncil!

Düşününüz! Hazreti İsa aleyhisselam’a bir tane İncil indirildi. Ama bugün Hıristiyanların ellerinde beş tane İncil var. 1. İncil matta. 2. İncil yuhanna. 3. İnci Lûka. 4. İncil Markos. 5. İncil Bernaba. Bunların hangisi Allah tarafından indirildi?

Almanya’da görevli bulunduğum yıllarda, kiliseden, Camimizi ziyarete gelen gruba “Hazreti  İsa hakkında ne dersiniz” diye sordum. O, Allah’ın oğludur, dediler. Yani, Allah Meryem’i İnsan olarak yaratmış ve yarattığı Meryem ile evlenmiş ve ondan da İsa olmuş, öyle mi? dedim. Hayır, dediler. Ya nasıl oluyor, dedim; Hazreti İsa’nın babası yok, onun için Allah’ın oğludur, dediler. Peki, Hazreti Adem’in de babası yok, ona niçin Allah’ın oğlu demiyorsunuz, deyince, bunu ancak bizim büyük papazlar bilir, dediler.

Büyük papazlar da gelse, diyecekleri bir cevap yok. Çünkü Hazreti Allah, Hazreti Adem’e de kutsal ruhtan üfürdü (Hicr/29), Hazreti Meryem’e de kutsal ruhtan üfürdü ve Hazreti İsa’ya hamile kaldı. (Enbiya/91)

Hıristiyan misyonerlere diyorum ki: farz edin ki, bir Müslüman İslam dinini bırakıp Hristiyan olsa ne olur? Bir peygamberi (Hazreti Muhammedi) ve bir hak kitabı inkâr etmiş olur. Bu bir eksidir! Ama bir Hıristiyan Müslüman olsa eksisi yok, artısı ardır. Çünkü biz ona ‘Hazreti İsa’yı ve ona indirilen İncil’i inkâr et’ demiyoruz. Artı, Hazreti İsa’ya ve Hazreti Musa’ya ve onlara indirilen kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazreti Muhammed’in peygamberliğine ve ona indirilen kitaba, Kur’an’a da inanın ki iki cihan saadetini kazanmış olursunuz.