Ben bir ilahiyatçı olarak ömrüm boyunca siyasi çekişmelerden uzak kalarak, yüce dinimizin güzelliklerini anlatmaya çalıştım. Benim inandığıma göre Rabbimiz Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ‘İyi’ dediği şeyler iyidir, kötü dediği şeyler de kötüdür. Bir örnek verecek olursak, içki içenler ellerindeki bardakları tokuştururken “Şerefe” diyorlar. Oysa bu olsa olsa şeytanın şerefinedir. Binaen aleyh özel olsun, tüzel olsun kişilerin sözlerine ve icraatlarına bakarım, artısıyla eksisiyle Allah’ın kitabına arz ederim. Eğer Kur’an’a uygunsa başım üstünde yeri vardır. Uyanı ve uymayanı varsa, uyanları takdir etmekle beraber, uymayanların yanlış olduğunu söylemeyi de dinimizin bize yüklediği bir görev bilirim.
Dolayısıyla yakın tarihimizde eğitim veren “Köy Enstitüleri” üzerinde bir makale okuyunca aşağıdaki yazıyı yazma ihtiyacını hissettim.
Köy enstitüleri:
1940 yılında açılan Köy enstitülerinin ortaya çıkışını hazırlayan çalışmalar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 ve 1935 kurultaylarında alınan kararlar doğrultusunda oluşturulan eğitmen projesine kadar uzanır.
… 1954’te yürürlüğe giren 6234 sayılı kanunla Köy enstitüleri kapatılarak mevcut okullar ilköğretmen okullarına çevrildi (Binbaşıoğlu, s. 20. TDV. Diyanet İslam Ansiklopedisi ilgili madde.)
Köylüleri eğitmek amacıyla kurulan bu okulların müspetlerini takdir etmekle beraber madalyonun öbür tarafını da görmemiz gerekmektedir.
Rahmetli Menderes döneminde niçin kapandı?
Bu konuda Merhum Mehmet Akif Ersoy’un fikir arkadaşı ünlü yazar rahmetli “Eşref Edip Fergan”ın (1882-1971) kaleme aldığı “Kara kitap”tan ve diğer tarihçilerin yazılarından aldığım belgeleri sunacağım. EŞREF EDİP FERGAN hakkında geniş bilgi isteyen “Diyanet İslam Ansiklopedisi ”ne bakabilir.
Kara kitapta aynen şöyle yazıyor:
… 1940’lı yıllarda Din müesseselerinin kapılarını zincirleyen, kırk bin din talebesini sokağa döken, bütün okullardan din derslerini kaldıran halkçılar, açtıkları köy enstitülerinden komünist öğretmenler yetiştiriyor, bunları Rusya’ya gönderiyor, orada tahsilini ikmal ettiriyor, sonra onları masum Türk yavrularının başına geçiriyorlardı.
O köy enstitüleri ki, orada kız ve erkek çocuklar bir arada bulunduruluyor, her türlü rezaletler oluyor, sık sık idarecilere içkili, danslı ziyafetler veriliyor, mumlar söndürülüyor, diploma yerine kucaklarında bir piçle evlerine dönenler oluyordu.
O köy enstitüleri ki, orada Marks’ın beyannamesi, komünist eserleri öğretiliyor, Müslüman Türk milletinin dini, örf ve adetleri tahkir, mukaddesatı tezyif ediliyordu. En rezil hikayeler okutuluyor, en edepsiz piyesler oynatılıyordu. Bu komünist batakhanelerine oluk oluk devlet parası akıtılıyordu.[1](Kara kitap : 19-20)
Rusya’da din müesseseleriyle çarpışmak için “Allahsızlık kulüpleri” kurulmuştu. Halkçılar da burada “Halkevleri” kurdular.
Dinsizlik ve ahlaksızlık merkezleri olan Köy Enstitüleri, devlet parasıyla çıkarılan “Köy Enstitüsü” dergisi komünist fikirlerle, dinsizlik propagandalarıyla dolu idi. Komünist olmayanlar cahil olarak gösteriliyordu.
Edepsiz, ahlaksız hikâyeler bu derginin başlıca sermayesi idi. Ezcümle karısını, kardeşinin kolları arasında zina halinde seyreden kocanın hikâyesi, “Kaymak Tabağı” isimli rezil, iğrenç ve adi bir hikâyenin el yazılı nüshası öğrenciler arasında elden ele dolaştırılırdı. İdare de bunu hoş görür, herhangi bir yasaklamada bulunmazdı.
Meşhur komünist Sabahattin Ali’nin iğrenç hikayeleri çocuklara okutuluyordu. Bu hikâyelerden birinde bir fahişe ile geçirilen bir gecenin rezaleti ve lağım kokusu havası anlatılıyordu.
Öğretmenler öğrencilere tecavüz ederlerdi. Adliyenin müdahalesiyle bazıları evlenmek zorunda kaldılar.
Kendileriyle münasebet kurmayan kız öğrenciler tehdit ediliyor, dövülüyor, hatta bıçaklanıyordu.
Batıl davalarını yürütmek için hep Atatürk’ü siper olarak kullandılar.
Kızılay, çocuk Esirgeme Kurumu, Yardım sevenler gibi cemiyetlerin başlarına hep farmasonları koydular. Onlar da batıl fikirleriyle masum yavruları zehirlediler. Milli ve dînî ananelerden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmaktan geri durmadılar.
Hasan oğlan Köy Enstitüleri bilhassa komünist yatağı idi. Burada yetişen komünistler, diğer köy enstitülerine yardımcı olarak gönderilirdi. Bu suretle komünizm sahası genişletiliyordu.
İlkokullar umum müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu enstitülere sık sık gider, okulda içkili, danslı ziyafetler verilir, kız öğrenciler sakilik ederlerdi. Düğün, nişan toplantıları yapılır, oldubittiler ört bas edilirdi. (Kara kitap: 32-34)
Gönen köy Enstitüsünde öğretmen Romanyalı Hıristiyan Yorgi Karamus, komünistlikten 8 aya mahkum olduğu halde köy enstitüsünde öğretmen olarak bulunması idarecilerin maksadını apaçık göstermektedir.
Halkçıların gözdesi Hakkı Tonguç 1946’da “Gölköy” Enstitüsüne kalabalık bir maiyetle gitmiş, okulda şerefine verilen içkili ve danslı ziyafette bir aralık mumlar söndürülmüş, karanlıkta dans edilmiş, mumlar yanınca çiftler kimlerle sarmaştıklarını görmüşlerdi.
Öğrencilerden bazı kızlar Rusya’ya gönderiliyor, orada iyice komünistliği öğrendikten sonra geliyor, Milli Eğitim Bakanlığı bu kızı(!) mümtaz öğretmen olarak köy enstitülerine tayin ediyordu (atıyordu.)
Maarif vekili Ahmet Tevfik ileri’nin, köy enstitüleri hakkında 26.12.1954 günü TBMM. inde verdiği açıklamalardan, 22. toplantıdaki konuşmalarından özetler:
Hasan oğlan köy enstitüsü yüksek kısım öğrencilerinin konferanslarından tespit edilmiş parçalar:
“Biz hâlâ bu rejimi (komünizmi) kabul ettiremiyor isek, o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafalarımızın geriliğindendir. Son varılacak nokta; vatan, sınır kavgaları atılarak aile ve memleket diye bir şeyin tanınmadığı, bütün insanların kardeş olarak yaşamaya çalıştıkları bir merkezdir. Bunun için yapacağımız iş, hükümeti devirerek yerine geçmek, komünistliği ilan etmektir. Aile kutsiyeti bir saçmadan başka bir şey değildir. Senin karın, benim karım diye tabiat bir şey ayırt etmemiştir. Bunları ortadan kaldıracak elemanlar bizleriz.” (Kara kitap/37)
Ünlü tarihçi Merhum Yavuz Bahadıroğlu da şöyle yazmıştı:
Köy enstitüleri ne amaçla kuruldu?
Köy enstitülerinin amacı konusunda, enstitünün kurucusu, o zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel şöyle diyor:
“Biz istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, İmamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir.
“Bu manevî hâkimiyet, maddî tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz, imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”
Bütün mesele bundan ibaretti. Osmanlı oluşunun kılcal damarlarında dolaşan “İmam”ın telkin ettiği “İman”ın yerini “Devrimci öğretmen” kanalıyla Lâiklik alacaktı. Hâlâ da bunun kavgasını veriyorlar.
Ünlü sosyolog Şerif Mardin’in, şu çok tartışılan, “Cumhuriyet öğretmeni İmama yenildi” sözü bu çerçevede yapılan önemli bir tesbittir. (26 Nisan 09 Tarihli Vakit Gazetesi, 10. sayfa, Yavuz Bahadıroğlu’nun makalesi).
1945yılında CHP’nin tek parti iktidarı döneminde gençlere okutulan bir kitapta aynen şu ifadeler vardır: tanrıların en sonuncusu, en verimlisi Muhammedin haber verdiği tanrıdır… Bu tanrı’nın da diğer ilkel tanrılara benzer tarafları vardır. Ümit edelim ki, yarının dünyası göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle beslenmesin.
(1945 tarihli Köy enstitüleri dergisi 2. sayı 304. sayfa. Milli Eğitim Basımevinde basılmıştır.)
Yorumunu okurlarıma bırakıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder