30 Aralık 2020 Çarşamba

Gözlerini bağlasalar

Düşünelim!

Bir insanın gözlerini bağlasalar, Afrika ormanlarının ortasına bıraksalar. Sonra o adama gözükmeden oradan uzaklaşsalar. O insan gözünü açar açmaz “Burası neresi?” diye hayrete düşmez mi? Elbette düşer. Aylarca günlerce orada kalsa merakı daha da artar. Aynı şartlar altında hanımını da getirseler. O da aynı merakla: “Bizi buraya kim getirdi” diye sormaz mı? Elbette sorar. Bu sorular içerisinde iken birisi bunlara bin sayfalık bir mektup getirse ve getiren kişi “Bu mektubu, sizi buraya getiren kişi gönderdi; niçin gönderdiğini ve ne istediğini teferruatlı bir şekilde açıklıyor” dese… acaba bu iki insan o mektubu başından sonuna kadar okuyup bitirmeden zevkle uyuyabilirler mi? İsterse onlara bütün rahatlıklar verilmiş olsun. Zevkle diğer bütün işlerini yapabilirler mi?

Hayır. Mutlaka okurlar ve öğrenirler: Burası neresi, buraya bizi kim getirdi, niçin getirdi, buraya getiriliş gayeleri nedir, kendilerinden ne istiyorlar???

Hem de aşkla şevkle okurlar, öğrenirler.

Öyleyse, bizi bu dünyaya kim getirdi, niçin getirdi, bizden ne istiyor, bu sıkıntılı dünyadan kurtulup baba yurdumuz olan cennete gitmemiz için ne yapmamız gerekiyor??? Yaratanımızın gönderdiği kitabı okuyup gereğini yapmamız gerekmez mi? Öyleyse sıhhatimiz elde iken, ecel gelmeden önce kitabımız Kur’an-ı kerim’in emirlerini elimizden geldiği kadar yapmaya, yasaklarından (haramlardan) da uzak durmaya çalışalım ki bu fırsat bir daha elimize geçmeyebilir. Kim ölmüş acaba diye kulak kabarttığımız selalar bizim için de aniden verilebilir.



 

29 Aralık 2020 Salı

Mazi ve Halde Müslümanlar!

                                                                                  

Cihan tarihinde eşine rastlanmayacak bir hızla yayılan İslam’ın, kısa zamanda yeryüzüne îman mührünü vuruşunun tek sebebi; Hak, adalet ve fazilet duygularını en mükemmel şekliyle getirmiş olmasıdır. İslam’a inanıp, onu bütün varlığıyla yaşayan, onun hak, adâlet ve fazilet duygularından nasip alan bahtiyar insanlar asırlarca dünyaya hükmetmişler, gerçek insanlık ve hakikî medeniyet örnekleri vermişlerdir.

Fakat zaman geçtikçe Müslümanlar İslâmî yaşayıştan, İslam’ın hak ve faziletinden, onun çalışma ve ileriyi görme düsturlarından uzaklaşmışlar ve böylece hem madde, hem de mana buhranı içine yuvarlanmışlardır.

Bütün dünyaya izzet ve şerefi, ilim ve medeniyeti öğreten Müslümanların torunları olarak bugün zillet içinde yaşamamız, tarihin kaydettiği en çirkin yüz karasıdır.

Gidin, bir zamanlar İslam mücahitlerini bağrına basmış Atlas Okyanusu kıyılarına gidin.

Gidin, bir devirler, İslam medeniyetinin beşiği olmuş batı Avrupa topraklarına, İspanya’ya, Cebel-i Tarık boğazına gidin.

Gidin, bir suçlu olarak, Viyana burçlarına, Tuna boylarına, Hazar kıyılarına Gidin.

Gidin, Buhâra’ya Gidin, Semerkant’a Gidin ve gittiğiniz her yerde, akan suya, uçan kuşa, dikilen ağaca, eriyen taşa, uzanan toprağa varıncaya kadar sorun.

Göreceksiniz ki, İslam’ın özlemi içinde, biz Müslümanların yakasını bırakmayacak ve kendilerini niçin baykuşların eline teslim ettiğimizin hesabını soracaklar, bizim tembelliğimize, bizim uyuşukluğumuza kahredeceklerdir.

Aziz Mü’minler!

Suç ne şunun, ne bunun. Suç bizimdir. Bütün Müslümanlarındır. Çünkü İslam’ı terk ettik, İslam’ın istediği şekilde madde ve manada çalışmadık; dînî değerlerimizi, ahlâkî kıymetlerimizi her gün biraz daha kaybettik. İffeti, hayâyı, namusu, şerefi, kaldırımlara, meydanlara, sinema perdelerine, televizyon ekranlarına düşürdük. Yalana, hileye, tembelliğe alıştık. İçkiye, kumara, havâî şeylere müptela olduk. Anaya, babaya, hocaya, büyüğe hürmeti rafa kaldırdık. Vatan, mukaddesat, namus duygularını zayıflattık. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” idealini söndürdük. Çiğnesek de, çiğnensek de hakkı tutup kaldırma, ruhunu öldürdük. Batının her türlü ahlaksızlığını “moda” adıyla sinemize çektik. Sazla, cazla, barla kendimizden geçtik. Birbirimizi boğacak derecede menfaatlere kapıldık. Aramızda satılık vicdanlar, kiralık kalemler besledik. Namuslu insanların namusuna göz dikip, onlara gerici, yobaz dedik.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı keriminde: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber (s.)e hainlik etmeyin ve emanetlerinize bile bile hıyanette bulunmayın” buyururken, biz, hem Allah’a ve Resulüne, hem de kendimize, imanımıza ihanet ettik.

Hz. Peygamber (s.)in: “Size iki şey bıraktım, onlara bağlı kaldığınız müddetçe hiç sapıtmazsınız. Biri Allah’ın kitabı Kur’an, diğeri sünnet-i Rasulullah’tır” beyanına kulak asmadık.

Allah’ı ve resulünü tanımayan, bir insanlığın, Kur’an-ı Kerimin hükümlerine sırt çeviren bir beşeriyetin, Peygamberinin hayatını örnek almayan bir ümmetin, oğullarına kızlarına, dinini imanını öğretmeyen bir milletin istikbal kapıları huzurla açılamaz.

Böyle bir milletin fertlerini müşahhas hali şöyledir:

Vitrin malı gibi dışı güzel, fakat içi korkunçtur. Kendi akrabası musallada dua ederken, o yanda seyirci kalır. Kardeşlerini kesen kanlı eller türer. Evladından nafaka bekleyen yetmişlik ihtiyarlar çoğalır. Yetim yavrular, dul bacılar, çığlıklar koparır. Çöken ruhlardan damlayan kanlar hıçkırır: “Ben böyle değildim, beni bu hale düşüren kim?”

Müezzin günde beş defa Allah’ın huzuruna çağırır gelen yok, mini etekli kızlar, favorileri çenesine kadar inmiş yabanilerin yanında dolaşır, anne- baba habersiz. Hanım evde beyini bekler, o kumarla meşgul, oğlan düşünür: maça mı gitsem, sinemaya mı gitsem, içki mi içsem, kumar mı oynasam. Komşu komşu için tuzaklar kurmakta vs. İşte maalesef bu günkü tablomuz budur.

Yaratılışından bu yana çeşitli tablolara sahne olan ihtiyar dünya, tarihin hiçbir devrinde bu korkunç tabloyu görmemiştir.

Onun için aziz Müslümanlar! İmanımıza ve ahlakımıza dönelim; İslam’ın hak, adalet ve fazilet duygularından nasibimizi alalım. Ruhumuza vurulmuş “neme lazımcılık” kilidini kıralım. Mutlu doğum bunlarla Gerçekleşecektir inşaallah. (Merhum Ömer Öztop)

 

 Ölüm sevilir mi?

 Bir adam, Hasan-ı Basrî Hazretlerine sormuş: “Ben ölümü hiç sevmiyorum, acaba neden?” cevap: “Malını geride bıraktığın için malının yanında kalmayı istiyor, ölümü sevmiyorsun. Eğer malını ileriye (ahirete) gönderseydin, peşinden gitmek isteyecek ve ölümü sevecektin.” Bunu duyan adam, “Böylesine doğru bir cevap alacağımı hiç akıl etmemiştim” diyerek malını Allah yolunda harcamaya başlamış ve gerçekten de yatırım yaptığı yere gitmeye artık ilgi duymaya başlamış.

Can, çıkmadan önce gideceği yeri görür

أبي هريرة رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: مَنْ أَحَبّ لِقَاءَ اللّهِ أَحَبّ اللّهُ لِقَاءَهُ وَمَنْ كَرِهَ لِقَاءَ اللّهِ كَرِهَ اللّهُ لِقَاءَهُ، قالت عائشة أو بعضُ أزواجه: إنا لنكره الموت، قال: ليس ذاك ولكنَّ المؤمن إذا حضره الموت بُشِّر برضوان الله وكرامته، فليس شيءٌ أحبَّ إليه مما أمامه، فأحب لقاء الله وأحب الله لقاءه، وإن الكافر إذا حضر بُشِّر بعذاب الله وعقوبته، فليس شيء أكرهَ إليه مما أمامه، فكره لقاء الله وكره الله لقاءه

“Her kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de Allah’a kavuşmayı hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmadan hoşlanmaz. Hazreti Aişe ya da diğer hanımlarından birkaçı: “Ya Rasûlallah, biz ölümden hiç hoşlanmıyoruz” dediler. Resul-i Ekrem onlara: ölüm sizin bildiğiniz gibi değil, şöyledir: mü’min öleceği zaman ona Allah’ın rızası ve ikramları müjdelenir. Bu müjde üzerine o kimseye önünde ölümden daha sevgili bir şey olamaz. O anda mü’min Allah’a kavuşmayı arzu eder, sever, Allah da ona mülaki olmayı (onu yanına almayı) sever. Fakat kafir öyle değildir. o öleceği zaman Allah’ın azabı ve cezaları müjdelenir. O anda kafire ölümde daha çirkin, daha sevimsiz bir şey olamaz. Böylelikle kafir Allah’a mülaki olmayı fena görür, Allah da ona mülaki olmayı fena görür.” Ebu Hüreyre ve birçok sahabe tarafından rivayet edilmiştir. (Buhari Rikak/41, Müslim zikr/14)

Şu hadis konuyu daha iyi açıklamaktadır. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

اذا شَخَصَ الْبَصَرُ, وَحَشْرَجَ الصَّدْرُ, وَاقْشَعَرَّ الْجِلْدُ, وتَشَنَّجَتِ الاَصَابِعُ فَعِنْدَ ذلِكَ مَنْ أحَبَّ لِقَاءَ اللهِ أحَبَّ اللهُ لِقَاءَهُ, وَمَنْ كَرِهَ لِقَاءَ اللهِ كَرِهَ اللهَ لِقَاءَهُ

“Göz yukarı dikildiği, göğüs hızlı hızlı kalkıp inmeye başladığı, tüyler diken diken olduğu ve parmaklar yumulup büzüldüğü zaman, işte o anda kim Allah’a kavuşmayı dilerse, Allah da ona kavuşmayı diler; kim Allah’a kavuşmayı istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez” (Müslim, Zikir 17; Nesâî, Cenâiz 10).

Ruh çıkıp giderken, ölen kimsenin gözleri onu seyreder.

وقال صلى الله عليه وسلم: ألم تروا إلى الإنسان إذا مات شَخَصَ بصره، فذاك حين يتبع بصره نفسه
Hazreti Peygamber (s.) Şöyle buyurmuştur: “Baksanıza insana! Öldüğü zaman gözlerini semaya doğru diker. İşte bu, gözlerinin ruhun gidişini seyretmesidir.(Sahih-i Cami’i’s-Sağr/1313)

Ümmü Seleme (r.a.)şöyle rivayet eder: Hazreti Peygamber (s.) Ebu Seleme’nin yanına girdi. Ebu seleme (henüz vefat etmiş ve) gözlerini semaya dikmiş, bakıyordu. Hazreti Peygamber (s.) onun gözlerini kapattı ve şöyle buyurdu: “Ruh kabzedildiği (çıktığı) vakit göz onu takip eder. (Müslim Cenaiz/7)

Kolay ölümün çaresi

Adamın biri Mevlânâ Hazretlerine: “Ölüm çok zormuş, acaba ölümü kolay etmenin bir çaresi var mı?” diye sorar. Hazreti Mevlana “var” der ve şunları söyler: “Bir insan cimri ise ve hep vermeye değil, almaya alışmışsa bu insan ölürken Azrail (as) canını almaya geldiğinde, vermeye alışık olmadığından vermek istemez, direnir. Azrail (As) da almak için zorlayınca elbette o insanın ölümü çok zor olur. Ama bir insan cömert olarak yaşadıysa ve vermeğe alışık ise canını vermekte de tereddüt etmez. Dolayısıyla cimrinin ölümü zor, cömertin ölümü kolay olur.

Fendimiz şöyle buyuruyor: : « يُبْعثُ كُلُّ عبْدٍ على ما مَاتَ علَيْهِ »

“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.” (Müslim, Cennet 83)

Açıklamalar

Ömrün sonlarında hayır ve kulluğu arttırma teşvikinin asıl gerekçesi bu hadiste açıklanmaktadır. Herkes ne üzerinde nasıl, hangi halde vefât etmişse, âhirette öylece diriltilecektir. Buna göre iyilik ve kulluk hallerini arttırmak, eceli iyi bir durumda karşılama imkânını hazırlamak demektir. Öteki dünyada güzel bir hal ile dirilmek mutluluğu da buna bağlıdır.

Ölüm kesin ve mecbûrî bir sondur. “Her canlı ölümü tadacaktır.” Hiç bir canlı nerede, ne zaman öleceğini bilemez. Böyle olunca genellikle, belli yaşlardan sonra artık bu mecbûrî yolculuğu, günlük hayatın gündemine ağırlıklı şekilde hâkim kılmak, gâfil avlanmamak bakımından fevkalâde önemlidir. Zira “Nasıl yaşarsanız öylece ölür, nasıl ölürseniz öylece diriltilirsiniz” uyarısı, görünüş açısından genel bir gerçeğe dikkat çekmektedir.

Camide ibadet ederken ölmek de var, meyhânede kafa çekerken ölmek de... Helâlinden rızkını kazanmak için çalışırken iş başında ölmek de var, başkasının malını aşırırken ölmek de... Allah diyerek ölmek de var, etrafa küfürler yağdırarak ölmek de. Sâlihler meclisinde ölmek de var, fâsıklar arasında ölmek de...

Bütün bunlar düşünülünce, dili güzel kelimeler söylemeye alıştırmak ve günü hayır üzere geçirmeye gayret etmek demek, ölümü uygun bir şekilde karşılamaya çalışmak demektir. Asıl gerçeği yani herkesin içinde sakladığı niyet ve sırları ancak Allah bilir. Toplu ölümlerde, öbür dünyadaki diriliş şeklini herkesin niyeti tayin edecektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür. Nasıl ölürse öyle diriltilir.

2. İyi bir niyete, iyi bir hayat tarzına sahip olmak, özellikle ömrün sonlarına doğru kendine çeki düzen vermek, âhirette iyi bir hal üzere dirilmek bakımından büyük önem arzetmektedir. Yılbaşı kutlayacağım diye, ölüm bizi içki masası başında ya da kumar masası başında yakalamasın!

Rabbim bizleri son nefesimizde, kamil bir iman ile, gülerek ahirete gidenlerden eylesin amin.