O, hem Allah Rasûlü’nün
halası Berre’nin oğlu hem de
sütkardeşiydi.[1] Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe,
Efendimizle birlikte onu da emzirmişti. İslam’ın henüz ilk günlerinde hanımı Ümmü
Seleme ile birlikte Muhammed aleyhisselâm’a iman etmiş, Allah yolunda nice eza
ve cefaya maruz kalmıştı. Rabbine özgürce ibadet etmek, zalimlerin
işkencelerinden kurtulmak için Habeşistan’a hicret etti.[2]
Orada dinini yaşamasına kimse karışmıyor, inancından ötürü hiçbir baskı ve
zorlama görmüyordu. Fakat doğup büyüdüğü topraklar, İbrahim’in şehri Mekke,
Allah’ın evi Kâbe ve elbette ki Muhammed aleyhisselâm gözünde tütüyor, onların
hasreti yüreğini parçalıyordu.
Bir gün Mekke’den
müjdeli bir haber geldi. Kureyş liderleri Müslüman olmuş, baskı ve şiddet sona
ermişti. Öyleyse gurbetin kahrını çekmesine, Habeşistan’da kalmasına gerek
yoktu. Hanımı ve çocuğunu da yanına alarak bir grup Müslümanla birlikte
Mekke’ye doğru yola çıktı. Sevdiklerine kavuşmanın heyecanıyla zorlu yollar
aşılmış, Mekke yakınlarına varılmıştı. Ancak şehre yaklaşıldıkça sevinç ve
mutluluğun yerini derin bir endişe ve tedirginlik aldı. Mekkelilerin bırakın
Müslüman olmayı, müminlere eskisinden çok daha acımasız davrandıkları konuşuluyordu.
Yolda karşılaştıkları insanların sözleri, ümitlerini tüketmiş, yüreğine ateş
salmıştı. Bir adım ötede Mekke, Mekke’de Allah’ın en sevgili kulu vardı. Ancak
şehre girmek yasak, yasağı çiğnemenin karşılığında ölüm vardı.
Nice dağları, denizleri ve çölleri aşan
müminlerden bir kısmı gözyaşları içinde geriye Habeşistan’a döndü. Ama Ebû
Seleme gidemedi. Tam da Mekke’ye gelmişken geri dönememiş, sonu ne olursa olsun
sevdiklerine kavuşmayı tercih etmişti. Dayısı Ebû Talib’e haber gönderdi. Ancak
onun himayesinde doğduğu şehre, Mekke’ye girebildi. Ebû Talib hem yeğeni
Muhammed’e hem de Ebû Seleme’ye kol kanat gerdi. Onları düşmanların
işkencelerinden korumanın mücadelesini verdi. Ebû Talib vefat edip Mekke
semalarını hüzün kapladığında iki kardeş artık Mekke’de kalamayacaklarını
anlamışlardı. Muhammed aleyhisselâm Tâif’e gitti. Fakat Tâif rahmet yüzlü
Nebi’ye Mekke’den daha katı daha vicdansızca davrandı. Son Peygamber, hayatının
en acı gününü yaşadığı nasipsiz şehirden Mekke’ye döndüğünde yüzünde hüznün en
derin izleri vardı.
Ebû Seleme kavminin
zulmüne, hakaret ve işkencelerine bir süre daha sabretti. Bir gün Yesribli on
iki kişinin iman ettiğini, Akabe’de Muhammed aleyhisselâm’a söz verdiğini
öğrendi. Hemen evine gitti. Eşyalarını hazırladıktan sonra hanımı Ümmü Seleme
ve oğlu Seleme ile birlikte Yesrib’e hareket etti. Bir an önce Mekke’den
uzaklaşmalı, imanını özgürce yaşayabileceği Yesribe, Medine’ye varmalıydı.
Kureyşliler anlamadan, hicretine mani olmadan yürümeli, ailesini şirkin ve
zulmün esiri bu şehirden kurtarmalıydı. Ebû Seleme ve ailesi bir daha hicret
ediyor, imanları uğruna vatanlarından bir kez daha vazgeçip Allah’a
gidiyorlardı.
Fakat birden bir uğultu
yükseldi. Yüreğini derin bir endişe aldı. Muğire oğulları gelmiş, etraflarını
sarmıştı. Bunlar hanımı Ümmü Seleme’nin akrabalarıydı. Kendisinin çekip
gidebileceğini ancak Ümmü Seleme’nin gidişine asla izin vermeyeceklerini
söylüyor, bağırıp çağırıyorlardı. Ebû Seleme’nin kabilesi de gelmiş kavgaya
karışmıştı. Onlar da Muğire oğullarına bağırıyor, küçük Seleme’nin kendi
çocukları olduğunu ve Ümmü Seleme’ye vermeyeceklerini söylüyorlardı. İki kabile
çocuğun kollarından tutup çekiştiriyordu. Nihayet zavallı Seleme’nin kolu
çıktı. Ümmü Seleme bir köşede çaresizce ağlıyor, Ebû Seleme’nin elinden hiçbir
şey gelmiyordu. Muğire oğulları hanımı Ümmü Seleme’yi zorla alıp götürmüş, Esed
oğulları ise küçük Seleme’yi yanlarına almışlardı. Üç kişilik aile üç parçaya
bölünmüş, mutlu bir yuva paramparça olmuştu.[3]
Ebû Seleme
yaşlı gözlerle hanımı ve yavrusunun ardından baktı. Eşi ve çocuğu elinden
alınmış, çölün bir kenarında yapayalnız kalmıştı. Derin bir hüzün ve acı
içindeydi. Sonra döndü ve Allah diyerek Yesrib’e, hicret yurduna doğru
yürümeye başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan hanımı ve çocuğunu emanet
ettiği Rabbine dualar ediyordu. O, hicretin ilk yolcusu, muhacirlerin
ilki olmuştu.[4]
Muhacirler içinde Ebû
Seleme ve ailesinin yaşadığı musibeti belki de hiçbir aile yaşamadı. Eşinden ve
yavrusundan ayrı kalan Ümmü Seleme bir yıl boyunca Ebtah Vadisi’ne gidip
gözyaşı döktü. Ayrılık acısını çölün kumlarıyla paylaştı. Her gün Kâbe’ye gidiyor,
onu kocasından ayıran, yavrusunu elinden alanlara beddualar ediyor,
yuvasını dağıtan zalimlerin cesetlerini vahşi kuşların parçalaması için
Rabbine yalvarıyordu. Gözünden akan yaşlar, Yesrib’e bakarak söylediği acı dolu
sözler, yerleri ve gökleri inletti fakat Kureyş’in taşlaşmış kalbini insafa
getiremedi. Aradan bir yıl geçti. Mahzûmoğullarından bir adam artık dayanamadı,
bu zulme isyan etti. “Yeter bu kadına çektirdikleriniz, bırakın kocasının
yanına gitsin!” diyerek tepkisini dile getirdi. Ailesi, Ümmü Seleme’ye
kocasının yanına gidebileceğini söylediğinde çilekeş Müslüman hemen
hazırlıklara başladı. Tam yola çıkarken kocasının kabilesi de gelmiş, oğlu
Seleme’yi annesine vermişlerdi.
Ümmü Seleme oğlunu bir
deveye bindirerek Medine’ye doğru yola çıktı. Yanında ne onu tehlikelerden
koruyabilecek ne de yol gösterecek biri vardı. Ama o bunları umursamadı, her
şeyi hatta ölümü bile göze aldı. Gerekirse çölde gördüğü herkese danışacak
hicret yurduna, kocasına ulaşacaktı. O, tarihin gördüğü en cesur kadınlardandı.
Tenim’e geldiğinde Abdudddaroğullarından Osman b. Talha ile karşılaştı.
Osman b. Talha henüz
Müslüman olmamıştı. “Ebû Ümeyye’nin kızı böyle yalnız başına nereye
gidiyorsun?” diye sordu. Medine’ye gittiğini öğrenince “Vallahi seni bu şekilde
bırakamam!” dedi ve devesinin yularını tutarak Ümmü Seleme’ye hicret yolu
boyunca refakat etti. Ümmü Seleme hicret yolcuğunu her anlattığında Osman b.
Talha’yı minnetle anar, onun nezaketini ve iyiliklerini anlatırdı:
“Osman bin Talha’dan
daha iyi bir arkadaş görmedim! Allah’a yemin ederim ki, Araplar arasında bu zât
kadar faziletli birine rastlamadım. Mola verilecek bir yere geldiğimizde devemi
çöktürür, inmeme yardımcı olurdu. İndikten sonra da devenin sırtından yükünü
indirir, onu ağaca bağlar ve biraz uzağa çekilirdi. Ben de ağacın altında
dinlenirdim. Hareket zamanı gelince yine o, devemi hazırlar, yükünü üzerine kor
ve bana ‘Haydi, bin bakalım.’ derdi. Ben bindikten sonra da yine önüme düşer,
ikinci bir konaklama yerine kadar böylece devam ederdik. Onun yardımıyla
yolculuğumuzu Medine’ye varıncaya kadar sürdürdük.”
Günler boyu süren zorlu
yolculuğun nihayet sonuna gelindi. Uzaktan Kuba kasabası göründüğünde Osman: Ey
Ebû Ümeyye’nin kızı, kocan Ebû Seleme işte şu köyde, Allah’ın bereketiyle git,
dedi ve kendisi Mekke’ye geri döndü.[5]
İslam’ın ilk muhaciri
bir yıldır eşinden ve çocuğundan ayrı kalmıştı. Gözleri Mekke yolunda yüreği
hüzün ve endişe içindeydi. Her şeye rağmen kalbinde umudu, dilinde duaları
vardı. Bir sabah devesinin üzerinde yaklaşan kadını ve kucağındaki çocuğu
görünce koşmaya âdeta uçmaya başladı. Gözünden sevinç yaşları, dilinden
sevdiklerini kendisine bağışlayan Rabbine şükür sözleri dökülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder