31 Ekim 2020 Cumartesi

Ülü’l-Emre itaat nedir?

قال تعالى:  {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ  فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً  }

Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resûlüne götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”  (Nisâ sûresi (4), 59)

Mü’minler, herhangi bir konunun hükmü hakkında görüş ayrılığına düştüklerinde, problemin çözümü için Allah’ın kitabı Kur’an’a ve O’nun Resûlü’nün sünnetine baş vurmak zorundadırlar. Resûl-i Ekrem hayatta iken, sahâbe-i kirâm, ihtilafa düştükleri her meseleyi Peygamberimiz’e sorarlardı. Onun vefatından sonra sahâbe ve daha sonraki nesiller, meselelerini Kur’an ve Sünnet’in ışığında çözdüler.

Mü’minler arasında problem olan konu, ister inanç ister günlük hayat ile ilgili olsun, onu Kitap ve Sünnet’e göre halletme mecburiyeti vardır. Bu Allah Teâlâ’nın emridir: “Ayrılığa düştüğünüzde herhangi bir şey hakkında hüküm vermek, Allah’a aittir” [Şûrâ /(42), 10]. Kur’an ve Sünnet’e göre hükmeden, doğru ve hakkaniyetli bir hüküm vermiş olur. Problemlerini Kitap ve Sünnet’e baş vurarak halletmeyen, hükmünü o ikisine göre vermeyen kimsenin, Allah’a ve âhiret gününe iman etmiş sayılmayacağı da böylece anlaşılmış olur.

Bu âyet, Abdullah İbni Huzâfe hakkında nazil oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah’ı bir orduya kumandan tayin etti ve askerlere komutanlarını dinleyip itaat etmelerini emretti. Abdullah bazı sebeplerden dolayı askerlere kızdı ve bir ateş yakmalarını sonra da içine girmelerini emretti ve: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni dinlemenizi ve bana itaat etmenizi size emretmedi mi?” dedi. Askerler birbirlerine bakıştılar. Bir kısmı bu emre uymayıp, “Biz ateşe girmemek için kaçıp Resulullah’a sığındık, şimdi niye girelim, dediler. Bir kısmı ise ateşe girmeye teşebbüs etti. Esasen Abdullah onların kendisine itaat edip etmeyeceklerini denemek istemişti. Sonra bu emrinden vazgeçti. Sonra gelip durumu Peygamber Efendimiz’e sordular. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem :

“Şâyet girseydiniz ondan artık çıkamazdınız. İtaat yalnızca dinin uygun gördüğü konulardadır”  buyurdu (Müslim, İmâre 39-40).

Askerler, komutanın emrine uyup uymama konusunda münakaşa etmişlerdi. İşte “Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah ve Rasûlüne götürün” âyeti bunun üzerine nazil oldu.

Yukarıdaki ayetten ve hadisten anlaşılan şudur:

1-      Allah’a ve Resule itaat etmek kesin farzdır.

2-      Amirlere itaat konusunda itaat için iki şart getiriliyor.

a-      sizden olan emir sahibi dendiğine göre itaat etmemiz gereken amirin bizden, yani Müslümanlardan olması,

b-      Emrettiği şeyin Dinin uygun gördüğü konulardan olması gerektir. Allah’a isyan olan şeyde kula itaat yoktur.

 

Hırsızın Ayak İzlerini bulmuş!

 

 

Adamın biri evine giren hırsızı görünce kovalamaya başladı. Bu  kovalamaca uzun bir zaman sürdü. Adam kan-ter içinde hırsızı yakalamak  üzereyken, birinin avazı çıktığınca kendisini çağırdığını duydu.
"Çabuk buraya gel yetiş de gör yürekler acısını! " diyordu. Adam kendi kendine: "Orada çok kötü bir durum var.  Herhalde ailemin başına bir iş geldi," diye dü­şünerek sesin geldiği tarafa koştu. Kendisini çağıran ada­mın yanma gitti ve:
"Ne var, ne oldu? Neden böyle feryad edip duruyorsun? Durmadan beni çağırıyorsun, kötü bir şey mi var?" diye sordu.
Adam heyecanla cevap verdi:  "İşte bak," dedi. "Hırsızın ayak izlerini buldum. O alçak mahluk bu tarafa gitmiştir. Zaman kaybetme, koş peşin­den yetiş."
Ev sahibi adama çıkıştı:
"Ey sersem! Sen neler söyleyip duruyorsun, ben hırsızın kendisini yakalamak üzereydim. Sen beni çağırınca sen eşeği bir adam sandım da yakalamkan vaz­geçtim. Sen ise tutmuş, bana hırsızın ayak izlerinden bah­sediyorsun. Sen bir haydutsun ya da aptalsın ya da hırsızın ortağısın
. Ben düşmanımı tam yakalayacakken beni çağırarak onu kurtardın…"

Bunun benzeri bir hikaye de şöyle anlatılır:

Bir adam tarlasında öküzleri ile çift sürüyormuş. Bir ara yakınındaki bir tepenin üzerinden bir feryat işitmiş. Dönüp bakmış ki ne görsün! Bir adam ellerini dizlerine vurarak: “Şaştım Allahım şaştım” diye bağırıyormuş.

Çiftçi merak etmiş ‘Acaba bu adamın derdi ne de böyle bağırıp duruyor’ deyip öküzleri durdurup tepeye doğru çıkmaya başlamış. Bağıran adamın yanına vardığında adam hala bağırıyormuş: “Şaştım Allahım, şaştım” diye.

Nihayet sormuş: “Arkadaş senin derdin ne, neye şaştın?”

Adam gayet sakin cevap vermiş:  

Senin tek öküzle çift sürdüğüne şaştım.

Çiftçi geri dönüp baktığında ne görsün, tarladaki öküzün biri var, öteki yok! Çiftçi şaşırmış ve:

Valla ben de şaştım, demiş.

Demek ki hırsızların planlarında bu da varmış.

28 Ekim 2020 Çarşamba

Hazreti İbrahim’in vefatı


Hazreti Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem)e  Mısır meliki Mukavkıs tarafından hediye edilen Hazreti Mariye (Meryem)den doğan sevgili Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem’in oğlu İbrahim, hicretin 8. senesi dünyaya geldi. Doğumunun 7. Günü Efendimiz akika kurbanı kesti, saçlarını tıraş ettirdi ve saçlarının ağırlığı kadar gümüş tasadduk etti. Ve hicretin 10. senesi, Rebiülevvel ayının on’u, on sekiz aylık (1.5 yaşında) iken Salı günü vefat etti. (Ebu Davud Cenaiz/ 48-53)

Peygamberin oğlu Hazreti İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. İnsanlar: “Peygamberin oğlu öldüğü için güneş tutuldu” demişlerdi. Resûlullah (s.) bunu duyunca bir hutbe irad etti ve hamd ü senadan sonra şöyle buyurdu:

‏ ‏إن الشمس والقمرايتان من آيات الله وإنهما لا يخسفان لموت أحد ولا لحياته فإذا رأيتموهما فافزعوا للصّلاة وادعوا الله وتصدقوا

“Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden iki ayettir (belgedir). Onlar hiç kimsenin ne hayatı, ne de ölümü için tutulmazlar. Onların tutulduğunu gördüğünüzde namaz kılın, dua eden ve sadaka verin.”

Hazreti İbrahim’in vefatında efendimizin gözleri yaşlarla dolmuştu. Sen de mi ağlıyorsun? dediler.

إن العين تدمع والقلب يحزَن ولا نقول إلا ما يُرضِى ربَّنَا وإنا بفراقك يا إبراهيم لمحزونون

“Göz yaşarır, kalb üzülür; biz ancak rabbimizin razı olduğu şeyleri söyleriz. Senin ayrılmana çok üzgünüz ya İbrahim” buyurdu. (Buhari Cenaiz/44, Müslim Fezail/62)

Kabrin kenarında çakıl taşları gördü,  onları mübarek elleriyle düzeltirken sahabiler merak edip sebebini sorunca: “Bu ölüye ne fayda, ne de zarar verir. Ancak hayattakilerin gözüne hoş görünür, dedi ve devam etti:

انَََّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ

 “Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi  sağlam ve iyi yapmasından hoşnut ve razı  olur.”  buyurdu. (Taberani Mu’cemü’l-Evsat 1/275, Beyhakî İman 4/334)

Efendimiz, ilk defa Kabrin üzerine orada su dökmüş ve yakınında duran bir taşı da baş ucuna dikmiştir.

Buna benzeyen bir hadise de Hazreti Peygamber (s.)in torununun (kızı Zeyneb’in oğlunun) vefatıdır.

Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle dedi:

Kızı (Zeynep), Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:

- Oğlum ölmek üzeredir, lutfen bize kadar geliniz, diye haber gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

 - “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır.  Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin”, buyurarak kızına selâm gönderdi.

Bunun üzerine Kızı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e;

- Ne olur, mutlaka gelsin, diye tekrar haber yolladı.

Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy  İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahâbîler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.

Durumu gören Sa’d İbni Ubâde:

- Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi.  Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:

- “Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.

Hadisin bir başka  rivâyetinde  Hz. Peygamber, “Bu, dilediği kullarının  kalbine Allah’ın koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah ancak, merhametli kullarına rahmet eder” buyurmuştur. (Buhârî, Cenâiz 33, Müslim, Cenâiz, 9, 11)

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Feryâd ü figân etmeksizin ölüye ağlamak câizdir.

2. Fazilet sahibi kişileri ölmek üzere olan hastanın yanına getirmek, gelmek istemezlerse, gerekiyorsa  ısrar etmek câizdir.

3. Ölüm olayından önce ölünün yakınlarına sabır tavsiye edilir.

4. Çocuk da olsa hasta ziyareti meşrudur ve bu ziyarete izinsiz de gidilebilir.

5. Niyâha yani  bağıra-çağıra ağlamak, ağıt yakmak haramdır.

6. Sessizce dökülecek gözyaşı, kalpteki şefkat ve merhametin göstergesidir.

7. Hz. Peygamber hüznü ve elemi ile de ümmetine örnektir.

8. Ölen kimsenin ardından gözyaşı dökmekte hiç bir sakınca yoktur.

9. "Muhakkak ki ölü, ehlinin üzeri­ne bağırıp çağırmalarıyla azap duyar." (Buhari cenaiz/42-43) hadisinde yasaklanan ağlama, ölünün hayatta yaptığı işlerini sayıp dökerek ve mersiyeler, ağıtlar düzerek, yaka paça yırtarak ağlamaktır ki, kesinlikle haram ve yasaktır. Bu şekilde ağla­maktan şiddetle sakınmak gerekir.

27 Ekim 2020 Salı

Ebu Mahzûre'nin Müslüman ve Mekke Müezzini Oluşu

 

 Hazreti Peygamberin 2. müezzini Ebu Mahzûre der ki: "On genç arasında Huneyn'e gitmiştik. O zaman Resulullah bize insanların en nefret edileni, istenilmeyeni ve hoşlanılmayanı idi. Huneyn'den dönüşünde, yolda Resûlullah Aleyhisselama rastladık. Ci'râne'de Resûlullah Aleyhisselamın müezzini namaz için kalkıp ezan okudu. Müezzinin sesini işitince, bizler, gizlenmiş olarak, onlarla alay etmiş olmak için, ezanı yüksek sesle tekrarladık.

Resûlullah Aleyhisselam: 'Getiriniz bana şu gençleri! buyurdu. Getirildik, önünde durduk. Bize: 'Haydi, ezan okuyunuz!' buyurdu. Okuduk. Okuyanların birisi ben idim.

Resûlullah Aleyhisselam: 'Sesini en çok yükselttiğini işittiğim, içinizden hanginizdir?' diye sordu. Arkadaşlarımın hepsi birden bana işaret ettiler. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam onları saldı, beni orada tuttu, alıkoydu.

'Bunun, işitmiş olduğum sesi, ne güzeldir! Kalk, namaz için ezan oku!' buyurdu.

O zaman, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan da, onun emrettiği şeyden de daha sevimsiz gelen bir şey yoktu! Resûlullah’ın önünde ayağa kalktım. Ezan okumayı bana kendisi öğretti ve ezberletti:

"Allahü Ekber! Allahü Ekber! Allahü Ekber! Allahü Ekber!

Eşhedü en lâ ilahe illallah! Eşhedü en lâ ilahe illallah!

Eşhedü enne Muhammederresûlullâh! Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!

Hayye alessalâh! Hayye alessalâh!

Hayye alelfelâh! Hayye alelfelâh!

Allahü Ekber! Allahü Ekber! Lâ ilahe illallah!' de!' dedi.

'Sabahın ilk ezanını okuduğun zaman da: 'Hayye alelfelah'tan sonra: 'Essalâtü hayrun minennevm! Essalâtü hayrun minennevm!' İkamet getireceğin zaman da: 'Kad kametissalâh! Kad kametissalâh!' de! duydun mu?

'Allahü Ekber!' ve 'Eşhedü en lâ ilahe illallah!' derken sesini yükselt! 'Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!' derken sesini biraz kıs!' buyurdu.

Sonra, beni çağırdı. Ezanı okuttuğu zaman, bana bir kese gümüş para verdi. Elini alnıma koydu. Yüzümü, gözümü, sırtımı sığadı ve: 'Allah senin hakkında hayırlı ve mübarek kılsın!' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! Mekke'de benim müezzinlik yapmamı emretsen?' dedim.

'Senin Mekke'de müezzinlik yapman için emir veriyorum! Git! Mekkelilerin ezanını oku! Attâb b. Esîd'e, 'Mekkelilerin ezanını okumamı, bana Resûlullah emretti' de!' buyurdu. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselama karşı, içimdeki bütün sevgisizlikler gidip, yerine sevgi doldu!

Mekke valisi Attâb b. Esîd'in yanına vardım. Resûlullah Aleyhisselamın emriyle, namaz ezanlarını okumaya başladım."

Ebu Mahzûre, önceleri, ezanı Bilal-i Habeşî ile birlikte okurdu. Kendisi, ezan okuyanların en gür ve güzel seslisi idi. Mekke Mescid-i Haram müezzinliği, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Mahzûre'yi tayin edişin­den başlayarak, oğuldan oğula geçe geçe sürüp gitmiştir. Ebu Mahzûre, Peygamberimiz Aleyhisselamın eli değdi diye saygısından dolayı, alnının saçını hiç kestirmemiştir. (r.a.)[1]



[1] Abdurrezzak. Musannef. c. 1. s. 458459. Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 408.

Hazreti Peygamber (s.)in Cömertiğinden bir örnek

Taif dönüşü, Ebu Ruhmü'l-Gıfârî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, devesinin üzerinde gidiyor, ağır ayakkabısı da ayağında bulunuyordu. Ebu Ruhm'ün devesi Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin yanına yaklaşıp sıkışınca, Ebu Ruhm'ün ayakkabısının ucu, Peygamberimiz Aleyhisselamın bacağına çarptı ve çok acıttı.

Peygamberimiz Aleyhisselam, kamçısıyla onun ayağına vurup: "Çek ayağını! Canımı acıttın!" buyurdu.

Ebu Ruhm der ki: "İşlediğim suçtan dolayı, sanki geçmişteki ve gelecekteki her şey beni tutup sıktı! İşlediğim büyük suç hakkında Kur'ân'da âyet ineceğinden korktum. Sanki dünyam yıkıldı. Ci'râne'de sabahladığımız zaman, yük, binek hayvanlarını otlatmak sırası bende idi. Resûlullah Aleyhisselam beni aratmış. Bana: 'Resûlullah Aleyhisselam seni arıyor!' dediler. Çekine çekine kendisinin yanına vardım.

Bana: 'Sen ayağınla çarpıp benim canımı acıtmıştın. Ben de 'Geri çek! diyerek ayağına kamçı ile vur­muştum ya! Bu vurmama karşılık olarak, al şu davarları!' buyurdu. Resûlullah Aleyhisselamın benden hoşnut olması, bana, dünyadan ve dünyadakilerden daha sevgili ve makbuldü!" Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Ruhm'e verdiği, 80 koyundu.

Bu hadisede Hazreti Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem’in ne kadar cömert odlunu görmekteyiz. Bu sahabi Ebu Ruhm’ün develeri alıp almadığına dair bir bilgi de bize ulaşmamıştır.