1 Ekim 2020 Perşembe

Mevlana’dan: Eşek gitti, hikayesi

Bir tekkeye yoldan bir misafir sofu gelip merkebini güzelce ahıra çektirir. Eliyle merkebinin suyunu yemini verir. Gayet ihtiyatlı davranarak hayvanın hizmetini güzelce tamamlar. Ama ne çare ki kaza gelince çabanın faydası olmaz.

Tekkedeki sofular,  yoksul kişilerdi. Yoksulluk, nerdeyse insanı (Allah korusun) nankörlüğe bile sürükleyebilir. Sevgili Peygamber (s.); Fakirliğin kişiyi birtakım kötülüklere sürükleyebileceği, hatta nankörlüğe sevkedip küfre bile düşürebileceği uyarısında bulunmuştur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 101; Müsned, II, 305)

Ey zengin kişi! Sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!

O sofular, acizlikten açlıktan dolayı birleşip merkebi satmaya karar verdiler. Zira zaruret haramı da mübah kılar.

Sofular o eşeği sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar, aydınlandılar.

Tekkeye “Bu gece yemek var, sema var” diye bir velveledir düştü.

O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı, Sofuların kendisini birer birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikramda bulunduklarını, kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.

Yemek yediler sema’ya başladılar. Tekke, tavanına kadar toza, dumana boğuldu.

Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz, bir taraftan sofuların iştiyak ve vecitle coşmaları ortalığı birbirine katmıştı. Kâh el çırparak ayak vuruyorlar, kâh secde ederek yeri süpürüyorlardı.

Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.

Ancak Hakkın nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır.

Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar.

Sema,  baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce teganniye başladı.

“ Eşek gitti, eşek gitti”,demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup,

Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.

O, konuk olan sofu da onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya başlamıştı.

Sabah olunca hepsi vedalaşıp gitti. Tekke boşaldı, sadece misafir sofu kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye başladı. Nesi var, nesi yoksa odadan dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.

Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı. Kendi kendine: “ Hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti.” dedi.

Hizmetçi gelince sofu, “Eşek nerede?” diye sordu. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi ve kavga başladı.

Sofu, “Ben eşeği sana teslim etmiştim, Sana verdiğimi senden isterim. Eşeğimi getir.

Peygamber şöyle buyurmuştu:. “Elinle aldığını geri vermek gerek”. Eğer Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi.

Hizmetçi “ Sofuların hepsi bana hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm.

Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.

Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun, sonra da benden eşek istiyorsun, dedi.

Sofu dedi ki: “ Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.

Ya niçin bana gelip de,  ‘eşeğini götürüyorlar’ demedin?

Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım, yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum. Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Oysa ki şimdi her birisi bir tarafa gitti! Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör! Niçin gelip de “ Ey garip, korkunç bir zulme uğradın” diye haber vermedin”

Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim. Fakat sen de “ Oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin.

Ben de “ O da biliyor, bu işe razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.

Sofu: “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevk alıyordum.

Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!

Hazreti Mevlana bundan sonrasını taklidin kötülüğüne getiriyor. Çünkü maymun gibi her gördüğünü taklit etmek akıllı insanların işi değildir.

Hele de iman konusunda taklid çok tehlikelidir. Yani birine “Allah var mıdır?” diye sorsan, o da “Evet” dese. Ne biliyorsun var olduğunu? Dediğinde “Herkes öyle diyor, ben de öyle diyorum, dese, bunun imanı çok büyük bir tehlike altındadır. Çünkü herkes Allah yok dese o da yok diyecek. En azından “Ben varsam, beni bir yaratan da var. O olmasaydı ben de olmazdım.  O da Allah’tır, demelidir. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder