17 Ekim 2020 Cumartesi

Musa Aleyhisselâm’ın, zâlimlerin bazen üstün gelmelerindeki sırrı Hak’tan sorması


Musa, “ Ey kerem sahibi, ey her işi yapan, ey bir an zikri, uzun bir ömre bedel olan yüce Rabbim!

Bu balçık âleminde eğri büğrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi itiraz etti. “ Bir nakış yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki, onu tekrar bozmadaki hikmetin nedir?

Zulüm ve fesat ateşini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de yakmakta hikmetin nedir?

Kan ve irin ırmaklarını (insanlar) yalvarsınlar diye kaynatıp durmanın hikmeti nedir?” dedim.

Ben bunların aynı hikmet olduğunu biliyorum. Fakat maksadım, bu hikmetin büsbütün açığa çıkması ve benim açıkça görmemdir.

O yakîn (Kesin bilgim) bana “Sus” dediği halde görme hırsı “ hayır, coş, susma devam et!” demekte.

Sen, Meleklere sırrını gösterdin. Böyle bir lezzet, kahır ve minhete değer, böyle bir balı, arı iğnesine değer!

Âdemin nurunu Meleklere açıkça gösterdin de, müşküller halledildi.

 Ölümün sırrını haşredilme, kıyamet söyler, yaprağın hikmetini meyveler anlatır!

Kanın, meninin sırrı da insanın güzelliğidir; her artmanın sonu da nihayet eksilme vardır!

Yazan kişi önce yazı yazacağı tahtayı yıkar, siler, temizler; sonra ona harfleri yazar.

Yüce Mevla da önce gönlü üzer, hor hakir gözyaşıyla yıkar, sonra o gönle sırları kaydeder.

Yıkamakla, o levhi bir defter yapmak istediğini bilmek, anlamak gerek.

 Bir evin temelini atacakları vakit oradaki eski ve evvelki yapıyı yıkarlar. Sonra üzerine bina kurarlar.

Arı duru berrak su çıkarmak için önce yerin altından çamur çıkarırlar.

Çocuklar, hacamattan, aşıdan ağlarlar. Çünkü işin hikmetini bilmezler ki. Halbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda bulunur.

Yük taşımak için hamalların savaşlarına bak. Hamal ağır yükün altına koşar, yükü, başkalarından kapar. Çünkü yük taşımanın zevkli olduğundan değil,bu sıkıntının sonunda para alacaktır, onun için.

Din işinde çalışma da böyledir.

Rahatın temeli zahmet ve sıkıntı olduğu gibi acılar da nimetin öncüsüdür.

“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1)

Yani, Azâb yeri olan cehennem nefse hoş gelen haramlarla sarılıp süslenmiştir. Nefsin istekleri yerine getirilirse, gidilecek yer cehennemdir. Aşırı istekler (şehvetler), peşine düşenleri örümcek ağı gibi cehenneme çeker götürür. Bunların nefse hoş gelmesine aldanmamak gerekir. Çünkü arkası ateştir, azaptır.

Cennet, ebedî mutluluk yurdudur. Ona nefis açısından bakıldığı zaman, başlangıçta nefsin hiç de hoşlanmadığı ibadet, fazilet ve fedâkârlıklarla perdelendiği görülür. İnsan nefsi, bu güçlüklere katlanmak istemez. Ancak gerçek mutluluk, geçici zorluklara katlanıp o perdeleri aralayabilmektedir. İşte nefisle mücâdele bu noktada odaklaşmaktadır. Mücâhede de bu noktada büyük bir önem ve anlam kazanmaktadır.

Nefis kendi başına bırakılırsa, gerisini düşünmeden hoşuna giden şeylerin peşine düşer. Halkımız bu gidişin duygusallığını “Kızı kendi gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” sözüyle pek güzel belirtir. Görünüşe aldanmamak gerektiğine de bir edibimiz “Zehiri teneke kupayla sunmazlar” sözüyle dikkat çeker. Duyguları akıl, tecrübe ve vahyin ışığında uyarmak, ciddî ve meşrû işlere yönlendirmek gerekmektedir. Zira gerçek ve sürekli mutluluk yani cennet böyle bir mücâhede ile kazanılabilecektir.

Zindan da mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düşmüştür.

 Bir köşkte devlete erişen kişi de bir savaş, bir mihnet karşılığı olarak o devleti bulmuştur.

Kimi altına, gümüşe sahip olmuş, zenginlikte naziri olmayan bir dereceye erişmiş görürsen, bil ki o, kazanma zahmetine sabretmiştir.

Gönül gözü açık olan bunları sebepsiz, Hakkın hikmeti olarak görür. Fakat madem ki sen duygu âlemindesin, öyleyse sebeplere sarıl. (Mesnevi 2. Cilt)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder