7 Ekim 2020 Çarşamba

Mevlana’dan: Bir padişahın aldığı iki köleyi sınaması

Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu, sohbet etti. Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Ademoğlu, dilinin altında gizlidir.

Köle, düşünmeden öyle sözler söylüyordu ki, başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir. Sanki içinde bir deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu.

Padişah o köleyi zeki görünce öbürüne “beri gel” diye emretti. İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı. Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.

“ Bana biraz uzak otur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin. Ben hünerli bir doktorum. Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sen iki üç hikaye söyle de aklın nasıl bir göreyim dedi.

O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı. Huzurundaki köleye

 “Aferin sen akıllı bir adamsın, Hakikatte bir değil, yüz köle değersin. Öteki arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu. Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlaksızdır, lanettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.

Köle dedi ki:

“Padişahım!  O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim. Doğru söyleme yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem. O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu. Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmez miydi? Gafil insanlar birbirlerinin kusurlarını görürler.

Padişah:

 “Şimdi o senin ayıplarını söylediği gibi sen de onun ayıplarını söyle, Ki benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi.

Köle dedi ki;

“Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa, kusurlarını söyleyeyim: Kusuru. Sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zeka ve dostluktur. En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Gerektiğinde Hazreti İsmail gibi canını bileortaya koyar.

Arkadaşımın bir kusuru var o da kendisinde kusur arar durur. Herkesi iyi bilir, herkesle dosttur da kendisiyle dost değildir.”

Padişah “ Arkadaşını övmede ileri gitme. Onu överken kendini övmeye kalkışma. Çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın” dedi.

Köle: “ Hüküm ve kudret sahibi, bağışlayan ve acıyan Ulu Allah’a andolsun ki ben onun hakkında sadece bildiklerimi söylüyorum, dedi.

 Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. “Sıhhatler olsun, daimi afiyetler olsun. Ne de latif, ne de zarif, ne de güzelsin. Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa daha güzel olurdun? O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.

Köle dedi ki: “ padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”

Padişah “ Önce senin iki yüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi.

Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü. Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı. Dedi ki :

 “ O, evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”  diyerek onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ kafi, sus” dedi. “ Bu sımamamla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş onun ağzı. Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O, amir olsun, sen onun memuru ol!”

Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındandır” derler.

Bunun benzeri bir hikâye de şöyle anlatılır.

Bir ramazan günü bir ağanın evine iki tane misafir arkadaş gelir. İftar yaklaştığında birisi abdest almaya çıkınca ağa ötekine arkadaşının nasıl bir kimse olduğunu sorar. O da: “Sorma efendim! O eşeğin biridir, ama kader onu bana yol arkadaşı kılmıştır” der. Biraz sonra beriki abdest almaya gidince ağa öbürüne arkadaşının nasıl biri olduğunu sorar. O da: “Sorma efendim, o öküzün biridir” der. Biraz sonra sofraya üç kap ağzı kapalı yemek gelir. Ezan okununca oruç açılıp yemek için kapaklar kaldırıldığında ne görsünler! Birinde arpa, birinde saman, ağanın tabağında da sucuklu yumurta! Misafirler birbirlerine bakmaya başlarlar. Ağa:

Ne duruyorsunuz? Senin kim olduğunu arkadaşına sordum, eşeğin birisidir; dedi. Eşek ise arpa yer; ikinciye: seni de arkadaşına sordum; öküzün biridir, dedi. Öküz de saman yer; buyurun, demiş.

Bu kıssalardan anlayacağımız şudur: Sen insanların kusurlarını söylersen, onlar da senin kusurlarını söylerler. Hazreti Peygamber (s.) bir hadisinde şöyle buyurur:

Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ebû Dâvûd, Edeb 38)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder