31 Ağustos 2020 Pazartesi

Müslüman olduğu anda Şehit Olan Çoban Yesar

 

Hayber Yahudilerinden Amirin, Yesar adında Habeşli (Zenci) bir kölesi vardı ve onun davarını güderdi. Yesar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber kalelerinden bazısını kuşattığı sırada Hayberlilerin silaha sarıldıklarını görünce, onlara: "Siz ne yapmak istiyorsunuz?" diye sormuştu. Onlar da: "Şu peygamber olduğunu söyleyen kişi ile çarpışacağız!" demişlerdi. Peygamber sözü, kalbine işledi. Davarını sürüp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.

Peygamberimiz Aleyhisselama: "Ey Muhammed! Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "İslâmiyete, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadete, Allahtan başkasına ibadet etmemeye ve benim de Resûlullah olduğuma şehadete davet ediyorum!" buyurdu.[1]

Yesar: "Ben böyle şehadet getirir ve Allah'a iman edersem, bana ne var?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Bu iman ve şehadet üzerine ölürsen, sana Cennet var!" buyurunca, Yesar: "Yâ Rasûlallah! Bana İslâmiyeti, nasıl Müslüman olacağımı anlat!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyeti anlatınca, Yesar Müslüman oldu. Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyete davette hiç kimseyi hor görmez, küçümsemezdi. Yesar, Müslüman olunca: "Yâ Rasûlallah! Ben şu davarların sahibinin işçisiyim. Bu davarlar benim yanımda bir emanettir. Şimdi ben bunları ne yapayım?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onları karargâhtan dışarı çıkar, onlara bağır ve ufak taşlar at! Muhakkak ki, Yüce Allah sana emanetini eda ettirecek, onlar sahipleri yanına döneceklerdir!" buyurdu.[2]

Yesar hemen kalkıp yerden bir avuç kum aldı, davarların yüzlerine attı ve: "Sen sahibine dön! Vallahi, ben artık sana sahip olamayacağım!" dedi. Davarlar, sanki çoban tarafından sürülüyorlarmış gibi, kaleye girinceye kadar, topluca gittiler, sahip­lerinin yanına döndüler. Hayber Yahudileri, Yesar'ın Müslüman olduğunu anladılar.[3]

Hz. Ali'nin sancağı çekip kaleye dalarak çarpıştığı sırada, Yesar da Hz. Ali'nin yanında çarpıştı. Daha Allah'a bir vakit bile namaz kılamadan, bir tek secde bile yapamadan şehit oldu![4] Yesar, Yahudilerin attıkları taşla veya okla şehit oldu. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilip arkasının üzerine yatırıldı, üzerine de bir örtü örtüldü. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona dönüp baktı. Ashab-ı Kiram da, dönüp baktılar. Peygamberimiz Aleyhisselam, ondan, hemen yüzünü başka tarafa çevirdi. Ashab: "Yâ Rasûlallah! Sen ondan ne için yüzünü çevirdin?" diye sordular.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Şimdi, onun yanında Cennet hurilerinden iki zevcesi bulunduğunu,[5] onların onun elbisesiyle vücudu arasına girmekte birbirleriyle nizalaştıklarını gördüm![6] Allah, bu kuluna yardım edip, onu Hayber'e sevk etti" buyurdu.[7] Huriler, Yesar'ın yüzünden tozları silerlerken: "Allah seni toza toprağa bulayanın yüzünü toza toprağa bulasın! Seni öldüreni öldürsün!" demekte idiler.[8]( Asım köksal İslam tarihi)



[1][265] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 649, Beyhakî, c. 4,s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 190,191.

[2][270] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220

[3][273] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191.

[4][275] İbn İshak, İtan Hişam, c. 3, s. 359, Zehebî, s. 347, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191 , İbn Kayy,m, c. 2, s. 150.

[5][276] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, 86, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 42.

[6][277] Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 221, Zehebî, s. 348, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.

[7][278] Beyhakî, c. 4, s. 220, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 1 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.

[8][279] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 142.

Zebir b. Bata ile Aile Efradının Bağışlanışı Dünyada emsali görünmeyen af ve inat!

Hazreti Peygamber (s.) Medine’ye hicret ettiğinde orada bulunan üç kabile Yahudileriyle antlaşma yapmıştı. Savaş zamanlarında birbirlerine destek olacaklardı.

Fakat Hendek savaşında Benî kurayza Yahudileri ahitlerinden dönerek müşriklerle beraber olmuşlar ve Müslümanlar çok ciddi sıkıntılar geçirmişlerdi. Sonunda Allah7ın yardımı ile savaş Müslümanların zaferi ile neticelenmiş, müşrikler geldiklere yere doğru çekip gitmişlerdi.

Hazreti ahdinde durmayan Yahudileri muhasara altına almış, en sonunda onlar teslim bayrağını çekmişlerdi. Onların ellerindeki Tevrat’da da antlaşmayı bozanların cezası ölüm idi. Dolayısıyla onlar da bunu hak etmişlerdi.

Bu savaşa “Beni Kurayza gazvesi” denilmiştir.

Bu arada çok ilginç bir hadiseyi aktarmak uygun görüldü.

Ensardan Sabit b. Kays'a, Cahiliye devrinde, Buas günü, Kurayza Yahudilerinden olan Zebir ibni Bata'nın iyiliği dokunmuştu. O zaman, Sabit ibni Kays, yakalanıp alnının saçı kesildikten sonra serbest bırakılmıştı.

Beni Kurayza gazvesinden sonra Zebir ibni Bata, elleri boynuna bağlanan Benî Kurayza Yahudileri arasında bulunuyordu. Kendisi çok yaşlı idi. Hem de kördü. Sabit b. Kays, yanına vararak, ona: "Ey Ebu Abdurrahman! Beni tanıdın mı?" diye sordu.

Zebir ibni Bata: "Benim gibi bir adam senin gibi bir adamı tanımaz olur mu? Sen Sabit'sin!" dedi.

Sabit b. Kays: "Ben senin vaktiyle bana uzatmış olduğun yardım eline şimdi mukâbele etmek istiyorum" dedi.

Zebir b. Bata: "Hiç şüphesiz, iyiler iyilere iyilikle mukabele ederler. Ben bugün sendeki o iyiliğe son derecede muhtaç bulunuyorum" dedi.

Bunun üzerine, Sabit b. Kays Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:

"Yâ Rasûlallah! Zebir b. Bata'nın bana iyiliği dokunmuştur. Buas günü esir olunca, alnımın saçını kesip beni salıvermişti. O, bana, 'Senin üzerindeki bu iyiliği hatırla!' diyerek bunu bana hatırlattı. Ben onun minneti altında bulunduğum iyiliğine bugün mukabele etmek istiyorum. Onun kanını bana bağışlayıver?" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "O, sana bağışlanmıştır!" buyurdu.

Sabit b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına geldi ve: "Resûlullah Aleyhisselam, 'O, sana bağışlanmıştır! buyurarak senin kanını bana bağışladı!" dedi.

Zebir b. Bata: "Çok yaşlanmış bir ihtiyar, ailesiz, evlatsız, Yesrib (Medine)'de yaşayıp da ne yapacak?!" dedi.

Sabit b. Kays, dönüp Peygamberimiz Aleyhisselama geldi ve: "Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Bana onun karısını ve oğlunu da bağışlayıver?" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onlar da sana bağışlanmıştır" buyurdu.

Sabit b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına geldi ve: "Resûlullah Aleyhisselam 'Onlar da sana bağışlanmıştır!' buyurarak aileni, oğlunu da sana bağışladı" dedi.

Zebir b. Bata: "Malsız mülksüz bir ev halkı Hicaz'da bu hali ile kalabilir, yaşayabilir mi?" dedi. Sabit b. Kays, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına tekrar geldi ve:

"Yâ Rasûlallah! Onun malını da, benim için, bağışlayıver?" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "O da senin için bağışlanmıştır!" buyurdu.

Sabit b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına vardı ve: "Resûlullah Aleyhisselam 'O da senin için bağışlanmıştır buyurarak, malını da sana bağışladı!" dedi.

Zebir b. Bata: "Ey Sabit! Çin aynasını andıran parlak yüzüne bakan kızların yüzünde kendilerini gördükleri Ka'b b. Esed'e ne yapıldı?" diye sordu.

- O, öldürüldü!" dedi.

- Şehirliler ve kırlılar ulusu, her iki kabilenin [Benî Nadîr ile Benî Kurayzanın] ulusu, harpte onları hücuma kaldıran, kıtlıklarda doyuran Huyey b. Ahtab'a ne yapıldı?" diye sordu.

- O da öldürüldü!" dedi.

- Hücuma geçişimiz zamanında öncümüzü, kaçış zamanımızda ardımızı koruyan Gazzal b. Semev'el'e ne yapıldı?" diye sordu.

- O da öldürüldü!" dedi.

- Önüne düşmediği cemaatler dağılan, onsuz bağlanan düğümler çözülen yönetici, evirip çevirici Nebbaş b. Kays'a ne yapıldı?" diye sordu.

- O da öldürüldü!" dedi.

- Harplerde Yahudilerin sancaktarı Vehb b. Zeyd'e ne yapıldı?" diye sordu.

- O da öldürüldü!" dedi.

- Tevrat okumaktan geri durmayan Amfi ara ne yapıldı?" diye sordu.

- Onlar da öldürüldüler!" dedi.

- Çifte Meclislere [Ka'b b. Kurayza ve Amr b. Kurayza oğullarına] ne yapıldı?" diye sordu.

- Onlar da gittiler, öldürüldüler!" dedi.

Zebir b. Bata Benî Kurayza kavminin ileri gelenlerini vasıflarıyla anarak "Filana ne yapıldı? diye sor­maya, Sabit b. Kays da "Öldürüldü!" diye cevap vermeye devam etti.

Zebir b. Bata: "Ey Sabit! Ben onların içinde yaşamış oldukları yurda onlardan sonra kalmak üzere mi döneceğim?! Böyle olmak bana gerekmez! Ey Sabit! Senin üzerinde bulunan iyiliğim hakkı için, beni o kavme hemen kavuşturmanı dilerim! Vallahi, onlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur!

Beni kavmimin boyunlarının vurulduğu yere götür! Benim keskin kılıcımı bulup eline al! Onunla hızlı bir darbe indirip beni öldür! Ey Sabit! Artık, ben sevdiklerime kavuşuncaya kadar, kuyuya salınan kovanın suyunu boşaltmasını beklemeye bile sabredemeyeceğim!" dedi.

Hz. Ebu Bekir, Zebir b. Bata'nın: "Sevdiklerime kavuşuncaya kadar..." sözünü işitince: "Vallahi, onlar Cehennem ateşine atılmışlardır ve orada temelli kalıcıdırlar. Yazıklar olsun sana ey Bata'nın oğlu! O, kovanın su boşaltması değildir. Fakat temelli azabdır!" dedi.

Zebir b. Bata: "Ey Sabit! Tez yanıma gel, öldür beni!" dedi.

Sabit b. Kays: "Ben seni öldürmeyeceğim!" dedi.

Zebir b. Bata: "Beni sen öldürmeyeceksin de, ya kim öldürecek? Fakat ey Sabit! Karımı ve çocuğumu sen gör, gözet! Onlar ölümden korkuyorlar. Arkadaşından [Peygamber Aleyhisselamdan demek istiyor] onları azadlamasını, mallarının mülk­lerinin başına çevirmesini dile!" dedi.

Bunun üzerine, Sabit b. Kays Zebir b. Bata'yı Zübeyrb. Avvam'ın yanına götürdü. Zübeyr b. Avvam da, onun boynunu vurdu.

Sabit b. Kays, Zebir b. Bata'nın karısını, malını ve oğlunu Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi. Peygamberimiz Aleyhisselam da, onun karısını ve oğlunu esirler arasından çıkardı.

Onlara, silahlar hariç olmak üzere, hurmalıklarını, deve, davar ve sığır gibi hayvanlarıyla bütün eşya ve emtialarını geri verdi.

Zebir b. Bata ailesi, Sabit b. Kays hanedanıyla birlikte bulundular ve yaşadılar.( Asım Köksal İslam tarihi: Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 520 )

 

30 Ağustos 2020 Pazar

İkinci Akabe biati ve Berâ b. Ma’rur (r.a.)


Arap yarımadasında Akabe adını taşıyan birçok yer vardır. Akabe biatlarının yapıldığı yer ise Mekke’de Mescid-i Harâm’a yaklaşık 3 km. uzaklıkta ve Mina hudutları içindedir. Hac sırasında şeytan taşlanan Cemerât bölgesinde, Cemre-i Akabe ismiyle anılan büyük şeytanın taşlandığı yere yakın etrafı tepelerle çevrili küçük, kuytu bir vadidir. Bugün burada, Medineli müslümanların Hz. Peygamber’e biat ettiğini hatırlatmak maksadıyla inşa edilmiş bir mescid bulunmaktadır.

Hazreti Peygamber (s.) Mekke’ye hac yapmak için gelen altı kişilik Medinelilerle bir gece bu akabede bulunup onları İslam’a davet etti. Onlar bu daveti kabul edip Müslüman oldular ve Medine’ye döndüler. Gelecek sene bunlar on dokuz kişi olarak gene gelip Akabe’de Hazreti Peygamber (s.) ile görüştüler. Bu görüşmeye I. Akabe Bîatı denildi.

Nübüvvetin on üçüncü senesi (622) hac mevsiminde Hz. Peygamber’i Medine’ye davet etmeye karar veren, ikisi kadın yetmiş beş Medineli gene gelip gece Akabe’de buluşup Hazreti Peygamber (s.)i Medine’ye davet ettiler. Canlarını, mallarını ve ırzlarını korudukları gibi Hazreti Peygamber (s.)i koruyacaklarına, onun dinini yaymasına yardımcı olacaklarına söz vererek Medine’ye döndüler. Bu görüşmeye de II. Akabe Bîatı denildi.

İkinci Akabe Bîatı’na katılanlar içerisinden seçilen 12 temsilciden biri de Berâ bin Ma’rur’du (r.a.). Hz. Berâ, Akabe’de Peygamberimize biat ederken şu mealde bir konuşma yapmıştı:

“Bizi Muhammed’le şereflendiren ve sevgili kılan Allah’a hamd olsun. Biz Allah’a ve Resûlüne ilk davet edilenler değiliz. Ancak bu davete icabet edenle­rin ilkiyiz. Allah ve Resûlünün davetini işittik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Allah sizi diniyle şereflendirdi. Eğer dinleyip itaat etmeyi memnuni­yetle kabullenmişseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz.

“Seni hak din ile gönderen Allah’a hamdolsun ki, kendimizi ve aile efradımızı koruyup esirgediğimiz şeylerden seni de korur ve esirgeriz. Biz, vallahi, savaş­masını iyi bilen kimseleriz.”

Hazreti Berâ, Medine’de İslamiyet’in yayılması için canla başla çalıştı. Birçok kimsenin İslamiyet’le müşerref olmasına vesile oldu.

İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar, Kudüs’e yönelerek namaz kılıyorlar­dı. Kıble henüz Kâbe’ye çevrilmemişti. Bu durum Hazreti Berâ’yı son derece mah­zun ediyordu. Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı çok arzuluyordu. Hattâ bir se­ferinde Mekke’ye gi­derken namazda Kâbe’ye karşı durmuştu. Diğer sahabiler onun bu davranışını hoş kar­şılamadılar. Mekke’ye vardıklarında Hz. Berâ duru­mu Re­sû­lul­lah’a sordu: “Yâ Rasûlallah! Ben Kâbe’yi arkama almamayı, nama­zımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muha­lefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Re­sû­lul­lah da, “Sen şimdilik bir kıble üzerinde bulunuyorsun. Keşke biraz sabretseydin!” buyurdu. Bunun üzeri­ne Hazreti Berâ namazlarında artık diğer Müslümanlar gibi Kudüs’e yönelerek namaz kıldı.

Hazreti Berâ, Re­sû­lul­lah’ın Medine’ye hicretinden biraz önce hastalandı. Bu has­talıktan kurtulamayacağını anlamıştı. Dilediği yere sarf etmesi için malının üçte birinin Peygamberimize verilmesini, üçte birinin Allah yolunda harcanmasını, üçte birinin de çocuklarına kalmasını vasiyet etti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini göremeden de vefat etti.

Berâ (r.a.), hac mevsiminde Kâbe’ye geleceğine dair Peygamberimize vaatte bulunmuştu. Hastalandığında, “Re­sû­lul­lah’a olan vaadim sebebiyle beni kabrimde Kâbe’ye karşı çeviriniz. Çünkü ben geleceğime dair kendisine söz vermiştim.” dedi. Yakınları onun vasiyetlerini yerine getirdiler.

Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde sahabilerle birlikte Hz. Berâ’nın kabri başına gitti. Saf bağlayıp cenaze namazını kıldı. “Allah’ım, onu affet, ona rahmet et, on­dan razı ol!” diyerek duada bulundu.

Böylece Hz. Berâ, “ilk defa namazda Kâbe’ye yönelen, ilk defa kıbleye karşı defnedilen ve kabri üzerinde Peygamberimiz tarafından ilk defa cenaze namazı kılınan sahabi” olma şerefini kazandı.

Allah ondan razı olsun! (Tabakat 3/618)

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Ayaz Bey’in feraseti ve Beş kuruşluk hizmetkar

*

Gazneli Sultan Mahmud’un, köyden getirip Baş vezir yaptığı Ayaz isminde bir zat vardı. Çok üstün zekaya sahip bu delikanlıyı ve aldığı maaşı diğer vezirler kıskanmaya başladılar. Bir gün beyleri Gazneli Mahmud’a: “Ayaz denilen bu kölenin ne marifeti var ki sen ona otuz kişinin maaşı kadar maaş ödüyorsun?” dediler. Sultan Mahmut bu soruya o anda cevap vermedi. Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıktı. Yolda bir kervan gördüler. Sultan Mahmut beylerden birine: “Git sor bakalım, bu kervan nereden geliyor?” dedi. Bey atını sürerek gitti, birkaç dakika içinde geriye döndü.
- Efendim kervan Rey şehrinden geliyor, dedi. Sultan Mahmut:
- Peki, nereye gidiyormuş? diye sorunca bey susup kaldı. Bunun üzerine Sultan Mahmut başka birini gönderdi. O da gidip geldi.
- Efendim, Yemen’e gidiyormuş, dedi. Padişah:
- Yükü neymiş? deyince o da sustu kaldı. Bu defa padişah başka bir beye:
-  Sen de git yükünü öğren, dedi. Bey gitti geldi.
-  Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri.” dedi. Padişah:
- Peki, kervan ne zaman yola çıkmış? diye sorunca bey cevap veremedi.

Padişah böyle tam otuz beyi gönderdi, otuzu da istenen bilgileri tam olarak getiremediler. Padişah son olarak Ayaz’ı çağırdı: “Ayaz, git bak bakalım, şu kervan nereden geliyor?” dedi.
Ayaz:
- Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak edeceğinizi tahmin ederek gidip gerekenleri öğrendim. Kervan Rey’den gelip Yemen’e gidiyor, yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deveden oluşuyor, şu kadar insan var, diye kervan hakkında ayrıntılı bilgi verir. Bütün bunları beyler ağzı açık dinliyorlardı. Ayaz tek başına 30 beyin edinemediği bilgiyi edinmişti. Padişah beylerine döndü:
- Ayaz’a neden otuz kişinin ücretine denk ücret verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki bu bile onun hizmetine karşılık az geliyor, dedi.
Böylece Ayaz’ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utanıp yaptıklarına pişman oldular.

**

İnsanlar fiziki olarak hep birbirine eşittir ama yukarda Ayaz’daki zekada görüldüğü gibi, iş yapmada da farklılıklar arz ederler. Bu konuda da şöyle bir fıkra anlatılır. İki ağanın iki tane hizmetkârı varmış. Birisi hizmetkarını beş kuruşa tutmuş, öbürü on beş kuruşa! Beş kuruşa tutan öbürüne: “Sen neden on beş kuruş veriyorsun? Oysa ben beş kuruşa tuttum ve aynı işi yapıyorlar…” demiş. Öbürü ise “istersen aradaki farkı sana göstereyim” demiş.

Hizmetkarların ikisinin adı da Mehmet’miş. On beş kuruşluk hizmetkarın ağası çocuğu çağırmış:

—oğlum Mehmet!

—Buyur ağam.

  —Git bakkaldan bir kilo şeker al da gel.

—Başüstüne, demiş ve gitmiş.

Ağası yanındakine konuşuyormuş: Şimdi kapıdan çıktı, şimdi bakkala vardı, şimdi geri döndü geliyor, şimdi kapının önünde!!! Ve çağırmış:

—Oğlum Mehmet, geldin mi?

Buyur ağam, evet geldim ve şekeri getirdim. Buyur.

Bu sefer öteki beş kuruşluk çocuğu göndermiş. O da konuşmaya başlamış. Ama oldukça da yavaştan alıyormuş: Şimdi kapıdan çıktı, şimdi bakkala vardı, şimdi geri döndü geliyor, şimdi kapının önünde!!! Ve çağırmış:

—Oğlum Mehmet!

—Efendim ağam.

—Geldin mi?

—Ağam, daha çarığımı bağlıyorum.

Öbür ağa söz almış: işte beş kuruşluk ile on beş kuruşluk arasında fark budur!!!

Bunu anlatmaktaki maksadım. Yarın mahşer yerinde Rabbimiz bize: “Kendin için ne getirdin” diye sorduğunda, herkesin beş kuruşluk mu, on beş kuruşluk mu olduğu ortaya çıkacak. Aklını kullanan orası için daha çok yatırım yapar.

 

İmam Buhârî (810-870 M.)

 

13 Şevval 194 / 20 Temmuz 810 tarihinde Buhara’da doğmuş ve 30 Ramazan 256 / 31 Ağustos 870 tarihinde 62 yaşında Semerkant’ta vefat etmiştir. 1080 muhaddis’ten hadis öğrenmiş ve bunlardan 435 tanesinden aldığı hadisleri rivayet etmiş ancak bunların da 80 kadarı zayıf diye tenkid edilmiştir. Ancak bunları da hocasına itimat ettiği için ve başka hadisleri takviye için almıştır. 645 tanesinden öğrendiği hadisleri ise rivayet etmemiştir.

Bir defasında Bağdat’a geldiğinde oradaki hadis alimleri, denemek için buna 100 tane hadisi, senetlerini karıştırarak sormuşlar. Bu da her hadisin sonunda “Bilmiyorum” demiş. Sonunda: “Senin büyük bir muhaddis olduğunu söylüyorlardı, sen ise hiç birini bilemedin” demeleri üzerine; “benim bildiğim hadisler şöyledir ve senetleri de şu kişilerdir” diyerek o yüz tane hadisi senetleriyle beraber tek tek okumuştur.

Muttasıl senetle 200 000 hadis yazmıştır. Hocalarından Amr bin Ali el-Fellas: Onun bilmediği bir hadise, hadis denmez” demiştir.

İmam-ı Müslim: “sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerin olmadığına ben şahitlik ederim” demiştir.

Hadis ravilerinin hem aynı zamanda yaşadığına, hem de birbirleriyle görüşüp görüşmediğine çok dikkat etmiştir.

“Sahih-i Buhârî” adını verdiği kitabında her bab’ın başına fıkhî görüşünü yazmıştır.

“Falan yerde bir muhaddis var” demişler. Bu da ondaki hadisi öğrenmek için oraya gitmiş ve adamı, tarlasında kaçırdığı atını yakalamak için elindeki boş torbayı hayvana göstererek “Geh Geh” diye çağırdığını görünce “Bu adam hayvana yalan söylüyor, yem varmış gibi boş torbayı gösteriyor. Bu adamın rivayet ettiği hadis sağlam olmaz” demiş ve hiç konuşmadan geri dönmüştür.

Uzun zamandan beri 25 000 dirhem olan borcunu ödeyemeyen bir şahıstan, bazı idareciler vasıtasıyla alacağını tahsil etmesini tavsiye edenlere: “Ben onlardan yardım istersem, onlar da benden, işlerine geldiği gibi fetva vermemi isterler. Dünyalık için dinimi satamam” demiş ve her sene on dirhem ödemek üzere burçlu ile anlaşmıştır.

Çok iyi bir atıcı idi. Ömrü boyunca attığı oklardan sadece iki tanesini isabet ettirememiştir.

Eserleri:

El-Câmiu’s-Sahih. Halk arasında “Sahih-i Buharî” diye bilinen bu kitabı, 600 bin kadar hadis arasından seçerek 16 yılda yazmıştır. Bu eserde 7397 hadis vardır. Her bir hadisi (veya bab’ı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rekat namaz kıldığını söylemiştir.

Et-Tarihu’l-Kebir. Bu kitapta ashabtan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13 bin’e yakın ravinin güvenirlik derecesini yazmıştır.

Et-Tarihu’l-Evsat.

Et-Tarihu’s-Sağir.

Kitabü’d-Düai’s-Sağir.

Kitabü’l-Künâ.

Et-Tarih fî ma’rifeti ruvati’l-hadîs.

Et-Tevarih vel’ensab.

El-Edebü’l-müfred.

Halku ef’âli’l-İbâd.

Raf’ul-yedeyni fissalât.

12 kitabü’l-Kırâeti halfel’İmam.  Ve bunlardan başka daha bir çok eserleri vardır. [1]



[1]  TDV İslam Ansiklopedisinden özetlenerek alınmıştır.