(Doğ:
Eylül 1207, öl: 17 Aralık1273)
Mevlâna,
dünyaca ünlü büyük mütefekkir (düşünür) ve tasavvuf bilginidir. Türkistan’ın
Amuderya ırmağı yakınında Belh şehrinde 1207 yılında dünyaya gelmiştir. O
zamanlar oraları Hindistan'dı ve Hindistan büyük bir Türk imparatorluğu idi. Ve
adı "Babür Şahlığı" idi. Çeşitli nedenlerle Anadolu’ya göç eden
babası Bahaeddin Veled, İran, Bağdat, Hicaz, Mekke ve Şam yoluyla ilk olarak bu
günkü adı Karaman olan Lârende’ye, sonra da Selçuklu Sultanı Alâeddin
Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmiştir. Asıl adı Celaleddin olan
Mevlânâ’ya; yaşadığı dönemde Anadolu’ya Rumeli denmesi sebebiyle “Rûmî” sıfatı
verilmiş ve Mevlânâ Celaleddin Rûmî diye anılmıştır.
Mevlâna,
hocası Bürhaneddin Tirmîzî’den ders alarak; Kur’an, hadis, kelâm ve fıkıh
konularında üstün bir seviyeye gelmiştir. 1244 yılında Konya’ya gelen tasavvuf
âlimi Şems-i Tebrizî’den de tasavvufa intisap ederek manevî ilimleri tahsil
etmiştir
Mevlânâ’nın
engin hoşgörüsü ve fikirleri bütün dünyada büyük yankılar uyandırmıştır. Evrensel
kişiliği nedeniyle çeşitli milletlerin sahiplendiği Mevlânâ aslen Türk’tür.
Nitekim bu durumu kendisi: “Hintçe söylüyorum ama aslım Türk’tür” diyerek
açıkça ifade etmiştir. Konya’da bulunan türbesinde “Mevlânâ’yı Anma Haftası”
adı altında çeşitli programlar, faaliyetler yapılmakta ve “Şeb’i Arûz”
törenleri düzenlenmektedir.
Hz.
Mevlana’dan bir kaç menkıbe:
Hz
Mevlâna'ya biri hediye olarak bir sepet incir getirmiş. Mevlana: "Bu
incirin çekirdeği var, yenmez" demiş ve kabul etmemiş. Adam "Parasını
sonra veririm" diye alıp getirdiği inciri alıp geri götürmüş ve sahibine
parasını verip tekrar getirmiş. Mevlana "Bu incirin çekirdeği yok, kabul
ederim" demiş ve almış yemiş.
Ben
öyle bir adamım ki
İki
kişi sokak ortasında ağız dalaşı yapıyorlarmış. Bir ötekine: “Bana bak! Ben
öyle bir adamım ki, bana bir söylesen bin tane cevap alırsın” demiş. Oradan
geçmekte olan Hz. Mevlânâ adamın çenesinin altına sokularak şöyle demiş: “Bana
bak! Ben de öyle bir adamım ki, bana bin tane söylesen, bir tane dahi cevap alamazsın”.
Bir
söze bin tane cevap vereceğini söyleyen adam, bu defa bir tane dahi cevap
verememiş.
Eserleri:
Mesnevî.
26.600 beyittir. Altı cilttir.
Divan-ı
kebir. Aşk ve sevgi konusunu işler. Gazeller ve rubailerden oluşur. Divan-ı
Kebir yaklaşık 25 000 beyitlik dev bir eserdir. Farsçadır. Türkçeye bir çok
batı dillerine tercüme edilmiştir.
Mektûbat.
Mevlâna’nın dostlarına ve kendisine soru soranlara yazdığı veya yazdırdığı
Farsça mektuplardan oluşur. 147 mektup içerir. Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Türkçeye
tercüme edilmiştir.
Fîhi
mâ Fîh. Bu eser Mevlana’nın sohbetlerinden oluşur. Mevlevîlik hakkında
bilgi verir. Birkaç beyit hariç, Farsçadır. Türkçeye tercüme edilmiştir.
Mecalis-i
Seb’a. Mevlana’nın yedi oturumluk vaazlarının kitap haline getirilmiş
şeklidir. Türkçeye tercüme edilmiştir.
Mevlana
Der ki:
Men bende-i Kur’anem eğer can dârem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem
Eğer nakl küned cüzin kes ez güftarem
Bizarem ez o ve ezan sühan bizarem
(Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtar’ın yolunun tozuyum.
Benim bu sözümden bundan başkasını kim
naklederse
Ben ondan da bîzarım, o sözlerden de uzağım.)
Mevlana’nın
özlü sözlerinden:
*
Doğruluk, Hazreti Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazın sihrine
benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
*
Dünya eski bir köprüdür. Onu tamir etmeye değil üzerinden geçmeye bakın..
*
Biz öyle mahlûklarız ki, bazen melekler insan yaratılmadıklarına üzülür; bazen
de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler.
*
Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür.
*
Şu toprak altında, çırak da bir, usta da.
*
Kim demiş gül, yaşar dikenin himayesinde,
Dikenin
itibarı ancak gül sayesinde.
*
Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ateşinden bir şey kaybetmez.
Hz.
Mevlânâ’nın insan sevgisi:
Gel, gel. Ne olursan ol yine gel.
İster kafir, ister Mecûsi, ister puta tapan ol yine gel.
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir.
Yüz kere tevbeni bozmuş olsan da yine gel.
Nasihati:
Şefkat ü merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol.
Sehavet ü cömertlikte akar su gibi ol.
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu u mahviyette toprak gibi ol.
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.
Kötü
huy diken gibidir
Mevlânâ
hazretleri, Mesnevi’de kötü huyun insanın nefsine ve çevresine nasıl bir eziyet
yaptığı hakkında şöyle bir hikaye anlatır:
Huysuz
adamın biri bir gün herkesin gelip geçtiği yol üzerine dikenli çalılar diker.
Yoldan geçenler her ne kadar “Bunları buradan sök at” dese de o bunların
hiçbirine kulak asmaz. Yine kendi bildiğini okur. O dikenli çalılar büyür
yoldan geçen halkın ayağına takılır, onlara eziyet eder. O yoldan geçenler
perişan olur.
Bu
durum valiye kadar intikal edince vali onu yanına çağırır. Dikenleri sökmesi
için emreder. O da sökerim diye söz verir; ama bugün yarın diye ertelemeye
devam eder. Ne sökmem der ne de sökmeye teşebbüs eder. Bir gün vali onu yanına
çağırır; “Verdiği sözde durmayan adam, emrimi uygula!” diye sıkı sıkı
tembihler. Ağır ikazlarda bulunur. Çalıları diken huysuz adam da şöyle der:
“Önümde
hayli günler var. Merak etme nasıl olsa günün birinde sökerim.”
Vali
ise çabuk olmasını söyler ve onu uyarmaya devam eder. Ama adam sözden anlamaz.
Dikenler de kök salıp büyümeye devam eder.
Mevlânâ,
hikâyenin bu kısmında bir işi yarına ertelerken zamanın su gibi akıp gittiğini
söylüyor ve:
“Her
gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler geçip gittikçe o dikenler daha
da kuvvetleniyor. Onu sökecek olan da ihtiyarlıyor, kuvvetten düşüyor. Sen de
her bir kötü huyunu bir diken bil. O dikenler kaç keredir senin ayaklarına
battı. Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatından
hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin. Çirkin huyunun da
başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gülfidanı haline
getir. Gülfidanı ile onu aşıla. Böylece sendeki dikenler gülfidanı haline
gelsin. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, âteşîn (yanan) gönlüne hakkın
rahmet suyunu dök.”
Mevlânâ,
burada nefsinin kötü arzularına düşmemeyi dert edinmeye dikkat çekiyor ve diyor
ki: “Nefsinin ateşini söndürüp onu gönül bahçesine dikersen biter. Laleler, ak
güller, güzel kokulu çiçekler yetişir. Sözün kısası; işini yarına bırakma.
Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma. Yıllar geçiyor ekin biçme vakti
geldiğinde sende yüz karalığından başka bir şey kalmaz.
Beden
ağacının köküne kurt düştü.
O kurdu söküp ateşe atmak, kulluk yaparak iyi işlerle onu öldürmek
gerek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder