İhtilaflar çıkacak hadisi
عَنْ أَبِي نَجِيحٍ الْعِرْباضِ بْنِ سَارِيَة
رضي اللَّه عنه قال : وَعَظَنَا رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
مَوْعِظَةً بليغةً وَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ وَذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُون ،
فقُلْنَا : يا رَسولَ اللَّه كَأَنَهَا موْعِظَةُ مُوَدِّعٍ فَأَوْصِنَا . قال : «
أُوصِيكُمْ بِتَقْوى اللَّه، وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وإِنْ تَأَمَّر عَلَيْكُمْ
عَبْدٌ حبشيٌ ، وَأَنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ فَسَيرى اخْتِلافاً كثِيرا .
فَعَلَيْكُمْ بسُنَّتي وَسُنَّةِ الْخُلُفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ ،
عضُّوا عَلَيْهَا بالنَّواجِذِ ، وإِيَّاكُمْ ومُحْدثَاتِ الأُمُورِ فَإِنَّ كُلَّ
بِدْعَةٍ ضلالَةٌ » رواه أبو داود ، والترمذِي وقال حديث حسن صحيح .
Ebû Necih İrbâz İbni Sâriye radıyallahu
anh şöyle dedi:
“Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler
ürperdi, gözler yaşardı. Bizler:
- Ey Allah’ın Resûlü! Bu
öğüt, sanki ayrılmak üzere olan birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir
tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine:
– “Size, Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli köle bile
emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp
uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin
üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-yi Râşidîn’in
sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya
çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir,
sapıklıktır” buyurdular.
(Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16,
İbni Mâce, Mukaddime 6)
Açıklamalar
Hadisin bir başka rivâyetinden, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in bu konuşmayı bir sabah namazından sonra yaptığını öğreniyoruz.
Peygamber Efendimiz’in va’zları, nasihat ve öğütleri kısa, özlü ve dikkat
çekici idi. Bu sebeple sahâbe-i kirâm onu kolayca ezberleyip akıllarında
tutarlar ve birbirlerine anlatıp aktarırlardı. Ayrıca Resûl-i Ekrem, va’z ve
nasihat zamanını çok iyi gözetir, sahâbenin halini, vaktini ve içinde bulunduğu
durumu dikkate alırdı.
Hadisin ravisi İrbâz, bu çok tesirli öğüdü dinleyen ashâbın o andaki
hislerini ve durumlarını dile getirmektedir. Sahâbeden pek çokları Hz.
Peygamber’den bir hadis naklederken, o andaki ortamı da bize haber verirler.
Bu, onların güzel âdetlerinden biridir. Böylece biz, onların Hz. Peygamber’i ne
kadar can kulağı ile dinlediklerini, sonra ona nasıl uyduklarını, itaat
ettiklerini de öğrenmiş oluruz. Bu durum, bize aynı zamanda Peygamber
Efendimiz’in hadisleri ve sünneti karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini
de öğretir.
Sahâbe, Resûl-i Ekrem’in sözleri karşısında ürperir, kalpleri titrer ve
gözlerinden yaş akıtarak ağlarlardı. Bütün bunlar, samimiyetle inanmanın, itaat
arzusu içinde olmanın, Allah ve Resûlü’nü sevip, saymanın birer göstergesidir. Kur’an
ve Sünnet karşısında bizlerin de örnek almamız gereken davranışlardır.
Hz. Peygamber’in bu öğüdünün, inzâr yani uyarı niteliği taşıdığı,
kıyamet ahvalinden, ölümden ve dünyanın âkıbetinden bahsettiği anlaşılmaktadır.
Nitekim sahâbe-i kirâm bu öğütten o kadar etkilendiler ki, bunu dünyaya vedâ
eden bir insanın son sözlerine benzetip, Resûlullah Efendimizden kendilerine
tavsiyede bulunmasını istediler.
Madem ki durum budur, o halde senden sonra ne yapacağımızı bize emret.
Kurtuluşa nasıl ereceğimizi, yaşadığımız sürece nasıl bir yol takip
edeceğimizi, senden sonraki halimizin ne olacağını bize söyle, demek istediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onlara çok kısa, fakat gerçekten çok
muhtevalı bir tavsiyede bulundu.
İlk tavsiye ettiği şey takvâ oldu. Takvâ çok geniş
anlamlı bir terimdir. Kısaca belirtmek gerekirse Allah’tan korkmayı, Allah’a
karşı günah işlemekten sakınmayı, O’na son derece saygılı olmayı, dinin
emrettiği her şeye gücü ölçüsünde sarılmayı, yasakladıklarından da uzak durmayı
ifade eder.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sizden önce kitap verilenlere
de, size de ‘Allah’dan korkun’ diye tavsiye ettik” [Nisâ sûresi (4), 131].
Bu âyet takvânın üç kısmını da kapsamaktadır. Bunlar:
*Şirkten ve Allah’a karşı isyandan sakınmak,
*Allah’dan başka kimseden korkmamak,
*Emredilenleri yapmak, yasak kılınanlardan uzak durmaktır.
Takvâ âhiret azığıdır. İnsanı ebedî azabdan o kurtarır, cennete
o ulaştırır, Allah’ın hoşnutluğuna o nâil kılar. Kısaca takvâ, iyi ve
üstün mü’min olmanın adıdır. Bu ise yukarıdan beri ifade etmeye çalıştığımız
gibi, ferdi kendi iç bünyesinde nefis muhasebesine, kendi kendini kontrole
sevkeder. Böylece fert olgunlaşır ve kendi dışındakilerle münasebetlerini
düzene koyma imkânına kavuşur. Bu, toplumda düzeni sağlamanın da ilk
basamağıdır. Takvâ sahibi olmak, insanların elinde olan ve birbirleri
ile yarışabilecekleri bir alandır. Onun için Allah Teâlâ:
“Allah katında en üstün olanınız, Allah’dan en çok korkanlarınız,
takvâda en ileri olanlarınızdır” [Hucurât sûresi (49), 13] buyurur.
Hz. Peygamber’in takvâdan sonra tavsiye ettiği ikinci önemli
konu, emîri yani devleti yöneteni dinlemek ve ona itaat etmektir. Hatta bu
yönetici, toplumun en alt tabakası içinden çıkmış biri de olsa, ona itaat
mecburiyeti vardır.
Ancak yöneticiyi dinlemek ve ona itaat etmek, her hâl ü kârda mutlak
bir emir şeklinde anlaşılagelmiş değildir. Dinleme ve itaatin boyutlarını,
şartlarını ve niteliklerini de Kur’an ve Sünnet açıklığa kavuşturmuştur. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “İtaat, dinin uygun gördüğü
hususlardadır” buyurmuşlardır. Yöneticilerin, günah olan
emirlerine itaat edilmez. Fakat bu sebeble onlara karşı ayaklanmak ve harp ilan
etmek de câiz görülmemiştir. Çünkü itaatin zıddı her zaman isyan ve başkaldırma
değildir. İsyanda toplumun fitneye sürüklenmesi ve daha büyük musibetlere
uğraması söz konusudur. İslâm, fitneyi önlemek ve ortadan kaldırmak için
meşrû sayılan her yola başvurur. Kur’ân-ı Kerîm, “fitne çıkarmanın adam
öldürmekten daha büyük bir günah olduğunu” bildirir [Bakara sûresi
(2), 191, 217].
Bir emîre, devlet başkanına itaat etmenin şartı ise, onun soyu sopu ve
nesebi değildir. Burada aranan şart, emîrin İslâm’a uygun davranıp
davranmadığıdır. Yönetici âdil de olsa, zâlim de olsa, onun emirlerinin
İslâmî olup olmadığına bakılır. Kişinin kendi hali ve yaşama biçimine göre
karar verilmez. Çünkü onun hali gizli kaldığı sürece kendi şahsını
ilgilendirir. Takvâ nasıl insanın iç düzenini sağlar ve kişiyi başkaları
ile ilişkilerinde iyiliğe sevkederse, emîrler yani devleti yönetenler de dış
düzeni sağlamak ve toplumun birliğini, beraberliğini temin etmek ve korumakla
yükümlüdürler. İnsan bazan nasıl nefsinin arzularıyla çelişkiye düşer ve
sabrederse, yöneticilerle de çelişkiye düşebilir. O zaman da sabretmesi
gerekir. İslâm nasıl kişinin kendi iç düzenini ve şahsî varlığını korumaya önem
vermişse, toplum düzenini ve birliğini korumaya da aynı şekilde, belki de daha
çok önem verir. Bütün bunlar, her şeye rağmen kötülüklere ve kötülere göz
yummak veya sessiz ve tepkisiz kalmak anlamına gelmez. Tam aksine hangi durumlarda
nasıl hareket edilmesi gerektiğini iyi tayin etmek anlamına gelir.
Bu hadiste, Peygamber Efendimiz’in işaret ettiği üçüncü husus,
kendisinden sonra pek çok ihtilâfların ortaya çıkacağı gerçeğidir ki, o zaman
kendisinin ve Râşid Halîfelerin yaşayış tarzına sımsıkı bağlanma zarureti
vardır. Doğruya ulaşmak ve kurtuluşa ermek, ancak bu şekilde mümkün olur.
Peygamber Efendimiz, bu hadislerinde kendisinden sonra ortaya çıkacak
olan pek çok ihtilaf ve fitneyi haber vermiştir. Bu, onun mûcizelerinden biri
sayılır. Çünkü, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ileride
ortaya çıkacak durumları toplu bir şekilde ve tafsilatiyle bilmekteydi. Zira
ona bu bilgileri, Allah Teâlâ haber vermişti. Ancak Resûl-i Ekrem Efendimiz bu
konudaki bilgileri zaman, mekân gibi belirleyici unsurları ile haber
vermemiştir. Hatta genel anlamda bile herkese söylememiştir. Sadece Huzeyfe
İbni Yemân gibi, Ebû Hüreyre gibi bazı özellikli sahâbilere söylemiştir. Onlar
da kendilerine haber verilen bu özel bilgileri müsaade edildiği nisbette
açıklamışlar ve başkalarına nakletmişlerdir. Hadis kitaplarımızın “fiten”
bahisleri bu nevi rivâyetleri ihtiva eder ki, Riyazü’s-sâlihîn’in son
kısımlarında da bunlara yer verilmiştir.
Ümmetin içinde fitneler ve ihtilâflar çoğalınca, görüş ayrılıkları da
artar. O zaman insanlar hangi fikrin yanında olacaklar, nasıl hareket
edeceklerdir? İşte Resûlullah Efendimiz bunun hal çaresini de göstermektedir.
Kendisinin ve Râşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı sarılmak, yegâne çıkış
yoludur. Çünkü onların takip ettikleri yol hak yoldur.
Ortaya çıkacak ihtilâflar ifadesiyle, İslâm ümmeti içinde yer alacak
olan bid’at fırkaları kastedilmiş olmalıdır. Çünkü ihtilâf, küfür
veya dinsizlik demek değildir. Fakat ciddi boyuttaki ihtilâflar, ümmeti
fitnelere, büyük günahlara sevkeder. Hatta insan, farkında olmaksızın kendini
dinin hudutları dışında bulabilir. Nitekim, Hz. Peygamber’in vefatından kısa
bir süre sonra Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ortaya çıkan ihtilaflar, daha
sonra fitneye dönüştü ve pek çok sahâbî henüz hayatta iken ümmet imtihandan
geçti. Halifelerden sonraki dönemde ihtilâflar ve fitne artarak devam etti. Bu
fitneler ve zararlı ihtilâflar, İslâm ümmetinin güçlenip kuvvetlenmesini
önlemiş, bölünüp parçalanmalarına sebep olmuştur.
İslâm ümmeti içindeki ihtilâfların, bölünme ve parçalanmanın,
grupçuluk ve hizipçiliğin, itaatsizlik ve baş tanımazlığın müslüman toplumları
ne hale getirdiğini, günümüzde de gözlerimizle görüyor ve bunun ızdırabını hep
birlikte çekiyoruz. Ümmet olma vasfına sahip bulunmadığımız gibi, ayrı
milletlere ve pek çok ülkelere bölünmüş halimizle, kendi milli hudutlarımız ve
coğrafyamız içinde de birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi sağlayabilmiş
değiliz.
İslâm toplumlarının fitneden kurtulabilmesi, ihtilâflara düşmemesi için
müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olmaları gerekir. Bu ise belli
bir şahsın veya bir grubun düşünce ve hareket tarzı olamaz. Çünkü başka
şahıslar ve gruplar da vardır; onlar da kendilerinin haklı ve doğru olduklarını
iddia edebilirler. İşte Peygamber Efendimiz, bunu da açıkça tesbit ve tayin
etmiş, “Sizin üzerinize gerekli olan benim sünnetime, yoluma ve doğru yola
ulaştırılmış Hulefâ-yi Râşidîn’in sünnetine sımsıkı sarılmanızdır” buyurarak,
ortak hareket noktasını göstermiştir.
Bilindiği gibi, Hulefâ-yi Râşidîn, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman
ve Hz. Ali’dir. Peygamberimiz, başka bir çok hadislerinde olduğu gibi, bu
hadiste de onların hidâyet, hak ve doğru yol üzere bulunacaklarını, kendilerine
uyulması gerektiğini ifade buyurmuşlardır. Ehl-i sünnet’in bütün mezhepleri,
Hulefâ-yi Râşidîn’e uyulması gerektiği konusunda görüş birliği içindedirler.
Bundan sonra, Peygamber Efendimiz bir noktaya daha dikkat çekmekte, bid’atlerden
mutlaka sakınılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Çünkü sünnete uygun olmayan
davranışlar bid’attır. Bid’at dinde yeri bulunmayan, sonradan
ortaya çıkarılmış olan inanç ve ibadetlerdir. Kur’an ve Sünnet’te yeri
bulunmadığı ve bu iki asla aykırı olduğu için, her bid’at dalâlet (sapıklık)
diye nitelendirilmiştir. Burada “bid’at” veya “muhdes”
kelimelerinin “sonradan ortaya çıkan şey” anlamındaki sözlük
mânası kastedilmiş değildir. Kastedilen esas mâna ise, Kur’an ve Sünnet’e
aykırı olarak ortaya çıkan itikat, ibadet ve dinden sayılan şeylerdir. Çünkü
sonradan olan bazı işler ve icadlar vardır ki, bunlar hayâtî ihtiyaç ve
zaruretlerdir. Bu nevi şeyleri bid’attır diye reddetmek mümkün değildir. Bu
ihtiyaç ve zaruretlerin, sapıklıkla da bir alâkası yoktur. Bu sebepledir ki,
sonradan ortaya çıkıp itikad, ibadet ve amelle ilgili olmayan şeyleri yani
icatları bid’at olarak nitelemek doğru bir anlayış ve yaklaşım sayılmaz.
Bu hadis 703 numarada tekrar gelecektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İslâm toplumunu yönetenler, idareciler, âlimler va’z ve nasihat ve
sohbet gibi yollarla insanları aydınlatmalı ve yetiştirmelidirler.
2. Takvâ
dediğimiz Allah korkusu ve Allah’a saygı, müslümanın temel özelliği olmalıdır.
Dinin emrettiklerine uyup neyhettiklerinden uzak durmak takvâdır.
3. Allah’a
itaati emrettikleri sürece, devleti yönetenlerin emirlerine itaat gerekir.
Onların şahsî özelliklerine bakılmaz; çünkü bu durum sadece kendilerini
ilgilendirir.
4. Hz.
Peygamber, bir mûcize olarak gelecekteki bazı şeyleri haber vermiştir. Nitekim
müslümanlar dört halifeden sonra pek çok ihtilafa düşmüşler ve çeşitli
fırkalara ayrılmışlardır.
5. Hz.
Peygamber’in sünnetinden sonra takip edilecek yol, Râşid Halifelerin yoludur.
Çünkü onlar sahâbenin en bilgili olanları ve takvâ cihetinden de önde
bulunanlarıdır.
6. Yöneten ve yönetilenlerin, Hz. Peygamber’in sünnet ve yaşama
tarzını, Râşid Halifelerin uygulamalarını öğrenmeleri, kendilerini sapıklığa
düşmekten korur.
7. Kur’an ve Sünnet’in zıddı ve karşıtı olan her çeşit bid’at sapıklık
olup bunlardan sakınmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder