24 Haziran 2020 Çarşamba

Kadılar (hakimler) üç kısma ayrılırlar

İslam dinine göre kadılık çok önemli ve aynı zamanda çok sorumlu bir meslektir. Sevgili Peygamberimiz Sallallahü aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde Mahşer yerinde yedi sınıf insanın Allah’ın (arşının) gölgesinde ya da Allah’ın himayesinde bulunacağını haber verirken en başta adil idarecileri ve hakimleri saymaktadır. Başka bir hadislerinde ise genel olarak hakimleri üç kategoride değerlendiriyor ve şöyle buyuruyor:
عَنْ بُرَيْدَةَ  قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ : الْقُضَاةُ ثَلَاثَةٌ: اثْنَانِ فِي النَّارِ، وَوَاحِدٌ فِي الْجَنَّةِ: رَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَقَضَى بِهِ، فَهُوَ فِي الْجَنَّةِ، وَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَلَمْ يَقْضِ بِهِ، وَجَارَ فِي الْحُكْمِ، فَهُوَ فِي النَّارِ، وَرَجُلٌ لَمْ يَعْرِفِ الْحَقَّ، فَقَضَى لِلنَّاسِ عَلَى جَهْلٍ، فَهُوَ فِي النَّارِ. رَوَاهُ الْأَرْبَعَةُ، وَصَحَّحَهُ الْحَاكِمُ.
"Kadılar (hâkimler) üçe ayrılır. Biri Cennette, İkisi ateşte (Cehennemde)dir!
Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kişi cennettedir! Hakkı bilen ve fakat hükmünde zulme, haksızlığa sapan kişi ateşte (Cehennemde)dir! Hakkı bilmediği halde insanlar arasında hüküm veren kişi de ateşte (Cehennemde)dir!" (Ebu Davud Akdiye/2, Tirmizi Ahkam/1 No: 1322, İbn-i Mace Ahkam/3)
Durum böyle olmakla beraber bir kimse kendisinin haksız olduğunu bildiği halde ya konuşmasının gücü ile ya da avukat vasıtasıyla hakimi ikna eder ve başkasının hakkını üzerine geçirirse, hakimin verdiği karar o malı ona helal etmez. Bu konuda sevgili Peygamber (s.) şöyle buyuruyor:
“Dâvanızı bana getiriyorsunuz, ben  ancak bir beşerim. (Kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy gelmiş değildir. Vahiy gelmeyen konularda ben ancak re’yimle hükmediyorum. Olur ki biriniz, diğerine nisbetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de onu haklı zannederek lehine hükmederim. Her kime kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem, sakın onu almasın. Ben ona bir ateş parçası vermiş olurum” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 307, 320; Buhârî, Ahkâm 20).
Demek ki bütün davalara ahirette tekrar bakılacak, orada Allah’ın adaleti tecelli edecek ve herkes hakkını haksızlardan alacaktır.
Yazıklar olsun oraya inanmayıp da burada başkalarının hakkını üzerine alanlara!

22 Haziran 2020 Pazartesi

İnsan kimdir?



Ayetlerde şöyle tarif ediliyor:
1-İnsan, yok iken O (Allah onu) var etti. (İnsan/1)
2- Onu halife olarak yarattı. Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. (Bakara/30)
3- İnsana kutsal ruhtan üfledi ve meleklere, ona secde etmelerini emretti.Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.» (Hıcr/29)
4- İnsanı ahsen-i takvîm üzere yarattı.Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn/4)
5- Dilediği şekilde yarattı. الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ {7} فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ O Rab ki, seni yarattı, seni (sağlam insan) düzenine koydu, sana uygun bir biçim verdi.” (İnfitar/7-8)
6- insana akıl, irade ve nutuk (konuşma yeteneği)  verdi:  عَلَّمَهُ الْبَيَان  خَلَقَ الْاِنْسَانَ  İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.” (Rahman/3-4)
7- Her şeyi onun için yarattı: الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً  هُوَ O, yerde(yerin üstünde, altında ve içinde) olanların hepsini sizin için (insan için) yarattı” (Bakara/29)
8- Mükerrem yarattı:  
~~17.70~
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖى اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَثٖيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضٖيلًا
 “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsra/70)
Sahabe-i kiram, Bedir savaşında öldürülen müşriklerin cenazelerini bir çukura gömdüler, ondan sonra çekip gittiler.
عن جابر بن عبد الله ، قال: "مَرَّتْ جَنَازَةٌ، فَقَامَ لَهَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقُمْنَا مَعَهُ فَقُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ، إِنَّهَا يَهُودِيَّةٌ، فَقَالَ: إِنَّ الْمَوْتَ فَزَعٌ، فَإِذَا رَأَيْتُمُ الْجَنَازَةَ فَقُومُوا"
Cabir ibn-i Abdullah’dan: Bir cenaze geçti. Hazreti Peygamber (s.) onun için ayağa kalktı. Bizler de kalktık ve: “Ey Allah’ın Rasulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız” buyurmuştur. (Müslim, Cenaiz, 78,Hadis no:960)
9-Başıboş, sorumsuz değildir: أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet/36)
Kulluk için yaratılmıştır: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat/56)
10-İmtihan için yaratılmıştır. اَلَّذٖى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا  O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır” (Mülk /2)

İmtihan çeşitleri:



insan dünyada çeşitli şeylerle imtihan edilmektedir. onlardan bir kaç tanesi:

A-Nefisle mücadele, nefis, Emmare durumunda olduğu sürece devamlı kötülüğü emreder.
B- Dünyalıkla imtihan:  الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ أَمَلاً
“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.(Kehf/46)
~~100.8~
Hiç şüphesiz o, mal sevgisi sebebiyle çok katıdır.وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدٖيدٌ
اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰیهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
 “Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab, Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir" (Hadid, 20).
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ  وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ.~~57.20~
 
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.”(Al-i İmran/14)
عَنْ كَعْبِ بْنِ عِيَاضٍ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ   إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ فِتْنَةً وَفِتْنَةُ أُمَّتِى الْمَالُ
Her ümmetin bir fitnesi (imtihanı) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26)
« لَوْ كَانَت الدُّنْيَا تَعْدِلُ عِنْدَ اللَّه جَنَاحَ بَعُوضَةٍ ، مَا سَقَى كَافراً منْها شَرْبَةَ مَاءٍ
Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizî, Zühd 13,  İbni Mâce, Zühd 3)
« إِنَّ الدُّنْيَا حُلْوَةٌ خَضِرَةٌ وَإِنَّ اللَّه تَعالى مُسْتَخْلِفكُم فِيهَا ، فَيَنْظُرُ كَيْفَ تَعْملُونَ فاتَّقُوا الدُّنْيَا واتَّقُوا النِّسَاءِ » رواه مسلم .
“Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O halde dünyadan sakının ve kadınlardan korunun. (Müslim, Zikr 99)
عن عمرو بنِ عوفٍ الأَنْصاريِّ . رضي اللَّه عنه ، أَنَّ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بَعَثَ أَبا عُبيدةَ بنَ الجرَّاحِ ، رضي اللَّه عنه ، إلى البَحْرَيْنِ يَأْتِي بِجزْيَتِهَا فَقَدمَ بِمالٍ منَ البحْرَينِ ، فَسَمِعَت الأَنصَارُ بقُدومِ أبي عُبَيْدَةَ ، فوافَوْا صَلاةَ الفَجْرِ مَعَ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَلَمَّا صَلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، انْصَرَفَ ، فَتَعَرَّضُوا لَهُ ، فَتَبَسَّمَ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حِينَ رَآهُمْ ، ثُمَّ قال : «أَظُنُّكُم سَمِعتُم أَنَّ أَبَا عُبَيْدَةَ قَدِمَ بِشَيء مِنَ الْبَحْرَيْنِ » فقالوا : أَجَل يا رسول اللَّه ، فقــال: « أَبْشِرُوا وأَمِّلُوا ما يَسرُّكُمْ ، فواللَّه ما الفقْرَ أَخْشَى عَلَيْكُمْ . وَلكنّي أَخْشى أَنْ تُبْسَطَ الدُّنْيَا عَلَيْكُم كما بُسطَتْ عَلَى مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ ، فَتَنَافَسُوهَا كَمَا تَنَافَسُوهَا . فَتَهْلِكَكُمْ كَمَا أَهْلَكَتْهُمْ »
. Amr İbni Avf el-Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde İbnü’l-Cerrâh radıyallahu anh’i cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kılmak üzere geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar önüne durdular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve :  “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum?” dedi. Ensar:  Evet, yâ Resûlallah! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular.  (Buhârî, Rikak 7; Müslim, Zühd 6)
أَنَّ عُقْبَةَ بْنَ عَامِرٍ الْجُهَنِيَّ قال: اِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَّى عَلَى قَتْلَى أُحُدٍ بَعْدَ ثَمَانِي سِنِينَ كَالْمُوَدِّعِ لِلأَحْيَاءِ وَالأَمْوَاتِ ، ثُمَّ طَلَعَ الْمِنْبَرَ ، فَقَالَ : " إِنِّي بَيْنَ أَيْدِيكُمْ فَرَطٌ ، وَأَنَا عَلَيْكُمْ شَهِيدٌ ، وَإِنَّ مَوْعِدَكُمُ الْحَوْضُ ، وَإِنِّي لأَنْظُرُ إِلَيْهِ ، وَأَنَا فِي مَقَامِي هَذَا ، وَإِنِّي لَسْتُ أَخْشَى عَلَيْكُمْ أَنْ تُشْرِكُوا بَعْدِي ، وَلَكِنِّي أَخْشَى عَلَيْكُمُ الدُّنْيَا أَنْ تَنَافَسُوهَا " . قَالَ عُقْبَةُ : فَكَانَتْ آخِرَ نَظْرَةٍ نَظَرْتُهَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ .
“Ben âhirete sizden önce gideceğim ve sizin için hazırlık yapacağım; sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim. Buluşma yerimiz Kevser havuzunun yanıdır. Ben şu bulunduğum yerden Kevser havuzunu görmekteyim. Ben (Ben gittikten sonra) sizin Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.” Ravi Ukbe diyor ki: bu, Resulullah’ı son görüşüm oldu. (Buhari Meğâzî/17),

21 Haziran 2020 Pazar

Sa'd b. Muaz'ın Kâbe'de Ebu Cehil ile Tartışması hadisesi ve bir mucize daha



Abdullah b. Mes'ud der ki:
Medineli "Sa'd b. Muaz ile Mekkeli Ümeyye b. Halef, eskiden beri tanışık ve dost idiler. Sa'd b. Muaz, Mekke'ye gid­ince, onun evine inerdi. O da, Şam'a gidince, Medine'ye uğrar, Sa'd b. Muaz'ın evine inerdi.
Resûlullah (a.s.) Medine'ye geldikten sonra, Sa'd b. Muaz umre yapmak üzere Mekke'ye gitmiş, Ümeyye b. Halefin evine inmişti. Sa'd b. Muaz, Ümeyye b. Halefe: 'Benim için tenha bir zaman kollasan da, Beytullah'ı tavaf etsem' dedi.
Ümeyye de: 'Günün ortalandığı, herkesin uykuya daldığı sırayı bekle' dedi. Sa'd b. Muaz, o vakitte gelip tavafa başladı. O sırada, Ebu Cehil çıkageldi. Ümeyye b. Halefe: 'Şu yanında bulunan, Kâbe 'yi tavaf eden kim?' diye sordu. Ümeyye b. Halef: 'Sa'd'dır o' dedi. Sa'd b. Muaz da: 'Sa'd'ım ben! dedi.
Ebu Cehil, Sa'd b. Muaz'a: 'Bak! Sen Kâbe 'yi emniyet içinde tavaf ediyorsun. Halbuki siz ortaya yeni bir din çıkarmış olan Muhammed'in ashabını barındırıyor, onlara yardım ediyorsunuz!? Vallahi, Ebu Safvan'ın yanında olmasaydın, sen buradan evine sağ salim dönemezdin!' dedi.
Sa'd b. Muaz, bağırarak: 'Eğer sen beni tavaftan men edersen, ben de vallahi sana daha ağırını yapar, senin Medine'deki Şam ticaret yolunu keserim!' dedi.
Ümeyye b. Halef, Sa'd b. Muaz'ı tutarak: 'Ey Sa'd! Sen bu vadi halkının büyüğü olan Ebu'l-Hakem'e karşı bağırma!' deyince, Sa'd b. Muaz kızdı ve: 'Ey Ümeyye! Sen de beni tutma, bırak! Vallahi, ben Allah'ın Resûlü Muhammed (a.s.)in, seni öldüreceğini söylediğini işittim!' dedi. Ümeyye b. Halef: 'Beni mi?' diye sordu.
Sa'd b. Muaz: 'Evet! Seni!' dedi.
Ümeyye b. Halef: 'Mekke'de mi?' diye sordu.
Sa'd b. Muaz: 'Bilmiyorum' dedi.
Bunun üzerine, Ümeyye b. Halef: 'Vallahi, Muhammed yalan söylemez' diyerek, büyük bir korku ve heyecan içinde ailesinin yanına döndü ve eşine: 'Ey Ümmü Safvan! Bizim Medineli kardeşlik Sa'd bana ne söyledi, biliyor musun?' dedi. Karısı: 'O sana ne söyledi?' diye sordu.
Ümeyye: 'Muhammed'in, beni öldüreceğini haber verirken işittiğini söyledi. Kendisine, 'Mekke'de mi?' diye sor­dum. 'Bilmiyorum' cevabını verdi' dedi.
Ümeyye b. Halefin karısı: 'Vallahi Muhammed yalan söylemez!' deyince, Ümeyye: 'Ben de vallahi Mekke'den dışarı çıkmam' dedi.
Bedir'e çıkış gününde, Ebu Cehil halka 'Develerinize bininiz!' dediği zaman, Ümeyye b. Halef Mekke'den çıkmak, istemedi. Ebu Cehil geldi ve: 'Ey Ebu Safvan! Sen Mekke vadisinin eşrafındansın! Halk senin geri kaldığını görürse, onlar da seninle birlikte geri kalırlar. Sen, bir-iki gün olsun, sefere katıl!' diyerek kandırıncaya kadar, Ümeyye'nin yanından ayrılmadı. En sonunda, Ümeyye b. Halef Mekke'nin en iyi, en süratli devesini satın aldı. Karısının yanına gelip: 'Ey Ümmü Safvan! Beni sefere çabuk hazırla!' dedi.
Karısı feryad ederek: 'Ey Ebu Safvan! Sana Medineli arkadaşının söylediğini unuttun mu?!' dedi. Ümeyye b. Halef: 'Hayır, unutmadım. Onlarla birlikte bulunmayı ben de istemiyorum. Ancak azıcık bir müddet aralarında bulunacağım' dedi. Bedir harbine katıldı.
Ümeyye b. Halef Bedir’de Abdurrahman b. Avf’ın esiri olmuştu. Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bu Ümeyye b. Halef  Mekke'de Hazreti Bilal’e İslâm'ı bırakması için işkence yapar, onu Mekke'nin güneşten kızmış kumluğuna yatırarak büyük bir kaya parçası getirip onun göğsünün üzerine konulmasını emred­er, sonra da: 'Ya işte böylece devam edersin, ya da Muhammed'in dininden ayrılırsın!' derdi. Bilal ise, bu işkencelere karşı: 'Allah birdir! Allah birdir! [Ehad! Ehad!] derdi.. Sonunda Hazreti Bilal’i, Hazreti Ebu Bekir, kendi kölesiyle değiştirerek alıp azad etmişti.
 Bilal, Ümeyye’yi görür görmez: 'Küfrün başı Ümeyye b. Halef ha! O kurtulursa, ben kurtulmam! dedi. Abdurrahman b. Avf ona: 'Ey Bilal! O şimdi benim esirimdir! dedi. Bilal: 'O kurtulursa, ben kurtulmam!' dedi. Bilal'e: 'Beni dinlemiyor musun, ey karanın oğlu! dediyse de, o: 'Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam’ deyip, sesinin çıkabildiği kadar: 'Ey Allah'ın Ensarı! İşte, küfrün başı Ümeyye b. Halef! O kurtulursa, ben kurtulmam! diyerek bağırmaya başladı. Birden, bizi kuşattılar, bilezik gibi halka içine aldılar. Ben ise, onu korumaya ve savunmaya çalışıyordum. İçlerinden bir adam, kılıcını sıyırdı. Ümeyye'nin oğlunu, ayağından vurup yere düşürdü. Ümeyye ise, şimdiye kadar bir benzerini daha işitmediğim bir çığlık kopardı. Ona: 'Artık sen kendini kurtar! Senin için kurtuluş yoktur! Vallahi, ben senden hiçbir şeyi gideremem’ dedim. Ümeyye b. Halef ile oğlunu kılıçtan geçirdiler, işlerini bitirdiler! Böylelikle Hazreti Peygamberin verdiği bir haber mucize olarak bir daha gerçekleşmiş oldu."[1]
Abdurrahman b. Avf'ın Ümeyye b. Halefe göstermek istediği vefakârlık, aralarındaki yazılı bir sözleşmeden ileri geliyordu. Bu sözleşmeye göre: Abdurrahman b. Avf'ın Mekke'deki mallarını ve akrabalarını korumayı Ümeyye b. Halef, Ümeyye b. Halefin Medine'deki mallarını ve akrabalarını korumayı da Abdurrahman b. Avf üzerine almış bulunuyordu.[2]


[1]  İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 284, Taberî, Târih, c. 2, s. 283, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 91, 92,.
[2]  Buhârî. Sahih. c. 3. s. 60.