Evvel zaman içinde bir padişahın yiğit bir oğlu vardı. Zahiri de hünerlerle bezenmişti, batını da. Bir gece rüyasında çocuğunun ansızın öldüğünü gördü. Padişaha âlemin arılığı duruluğu tortulu bir hal oldu. Yanışının tesiri ile gözyaşları bile kurudu, ağlamaya bile takati kalmadı. Öyle dertlendi, öyle kederlendi ki ah etmeye bile mecali kesildi! Nihayet uykudan uyandı. Bu sefer de uyanınca öyle bir sevindi ki ömründe öyle bir sevinç görmemişti. Sevinçten ölecekti adeta.
Padişah kendi kendine dedi ki: bu neşeye sebep, o rüyadaki üzüntü idi; Allah sebep ihsan etti, sevindim. Ne şaşılacak şey! Bir hâdise, bir yönden ölüm, öbür yönden dirim ve sevinç.
Padişah kendi kendine: Kimin derdi tasası, din olursa, Allah öbür dertleri artık ondan alır. Nihayet padişah oğluna yaradılışı güzel ve temiz kız aldı. Kızın güzellikte eşi yoktu. Yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı! Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi. Hasılı ahlakı da o kadar iyiydi ki anlatmaya imkan yok!
Padişah temiz soydan gelen o kızı nikahla oğluna aldı. Fakat kaza ve kader bu ya, o güzelim şehzadeye bir ihtiyar büyücü kadın da âşık olmuştu. O kocakarı, şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki Babil büyücüleri bile bu büyüye haset ederler.
Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu. Gelinden de geçti güveylikten de! İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kabil’li karı ansızın şehzadenin yolunu kesiverdi! O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını. Zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı. Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu. O kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu. Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi. Adeta yarı canlı bir hale gelmişti.
Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile kendisinden bile bîhaberdi. Dünya padişaha zindan kesildi. Şehzade ise babası ve akrabası ağlarken gülmekteydi! Padişah pek çaresiz kaldı... Gece gündüz kurbanlar kestirmede, sadakalar vermekteydi! Ne çare varsa hepsine başvurdu, fakat oğlan kocakarıya gittikçe daha fazla aşık oluyordu. Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle ancak yaratana yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini anladı.
Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Allah mülkünde Allah’tan başka kimin hükmü geçer ki? Fakat bu zavallı çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... Ey merhametli Allah, yavrumun elini tut” demeye başladı.
Nihayet onun ‘Ya Rab’, ‘Ya Rab’ demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... Yoldan usta bir büyücü çıkageldi. O büyücü uzaktan o çocuğun bir ihtiyar karıya esir olduğunu duymuştu. Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin bulunmadığını işitmişti.
Yiğidim, el elin üstündedir... Hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varıncaya kadar! Ellerin sonu Allah elidir.
Padişah: Bu oğlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: İşte ben, ulu bir derman olarak geldim ya! Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz, ancak onunla ben başa çıkarım! Musa’nın eli gibi Allah izniyle onun büyüsünü kökünden yıkar, mahvederim. Çünkü bana bu bilgi Allah tarafından verildi. Hor hakir büyücülere şakirtlik ederek öğrenmedim. Onun büyüsünü bozmak şehzadenin benzinin sarılığını gidermek için geldim ben! Seher vaktinde mezarlığa git de orada duvarın yanında kireçle boyanmış bir ak mezar var. Orasını kıbleye doğru kaz; Allah’ın kudretine, kuvvetine bak! Orada düğümlenmiş bir ip bulacaksın, onu al getir.
Netice, bu adam o sıkı düğümleri çözdü şehzadeyi mihnetten kurtardı. Çocuk kendisine gelince koşa, koşa babasının tahtına vardı, yüzlerce minnetle yüzünü yerlere sürdü.
Padişah şenlikler yaptırdı şehir halkı sevindi, o ümidini kesmiş gelin de muradına erdi. Âlem yeni baştan dirildi, parladı! Şaşarım doğrusu o günde bir gündü, bugün de bir gün! Padişah ona öyle bir düğün yaptı ki köpeklerin önüne bile gülsuyu şerbeti kondu.
Büyücü kocakarı kederinden geberdi. Şehzade o kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi diye hayretlere düştü!
Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce, şehzadenin aklı başından gitti düşüp bayıldı. Tam üç gün aklı başına gelmedi! Halk onun baygınlığından endişeye düştü. Gül suları ile, ilaçlarla nihayet kendisine geldi. Yavaş yavaş açıldı, iyiyi, kötüyü anlamaya başladı.
Bir yıl sonra padişah söz arasında ona dedi ki: Oğlum hele o eski sevgiliyi hatırla bakalım! O seninle beraber yatanı, o yatağı bir hatırla da bu derece vefasız ve acı sözlü olma!
Şehzade, bırak baba dedi. Ben, neşe yurdunu buldum, gurur yurdunun aldanma diyarının kuyusundan kurtuldum.
İşte bir Mümin yol bulup da karanlıktan Hak nurunun bulunduğu tarafa yüz çevirince böyle olur!
Yorum:
Kardeş bil ki hikayedeki şehzade sensin bu eski dünyada yeniden doğmuşsun! Büyücü kocakarı da bu dünya’dır. Nice yiğit erleri bile rengine kokusuna esir etmiştir. Bu bulanık ırmağa düştün mü, hemen “Kul eüzü” leri oku kendine üfle. Bu büyüden bu ıstıraptan kurtul. Her sabah, Allah’ına sığın ondan yardım iste!
Dünya, büyü yaparak halkı kuyuya atmıştır da Peygamber onun için dünyaya büyücü demiştir. Kendine gel, bu kokmuş kocakarının kuvvetli büyüleri vardır, sıcak nefesi padişahları bile esir eder. Gönülde onun tükürüklü üfürükler salan büyücüleri var, büyü düğümlerini düğümleyen odur! Dünya büyücüsü pek ilginç bir karıdır. Onun büyü ipini çözmek herkesin ayağının harcı değil! Eğer akıllar onun bağladığı düğümleri çözseydi Allah peygamberleri yollar mıydı?
Günahkâr bir bedbahtsın. Ne dünyanın cazibesinden, ne vebalden, ne de günahtan kurtulmuşsun! Dünyanın üfürüğü bu düğümleri pek sıkı düğümledi. Sen artık tek yaratıcının üfürüğünü iste! Gece gündüz ona yalvar, onun emirlerini yerine getir, yasaklarından kaç. Başka kurtuluş çaren yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder