Bir
hükümdarın içi dışı hünerlerle bezenmiş genç bir oğlu vardı. Onu her yönüyle
mükemmel yetiştirmeye çalışmıştı.
Bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü. Büyük bir acı içinde kıvranmaya başlamıştı ki, uyandı. Gördüğünün gerçek olmadığım anladığında, “Çok şükür rüyaymış. Rüyada gülmek, ağlamak ve hüzündür, rüyada ağlama ise sevinç ve mutluluktur, diye tabir olunur.” dedi ve çok sevindi. Sonra da şöyle düşündü:
Rüyada çektiğim acılar, uyanınca nasıl sevince dönüşmüşse rüya gibi olan bu hayat uykusundan âhiret sabahında uyanınca; hayatın acı ve sıkıntıları sevinçlere dönüşecek. En büyük saadetler büyük ve acı felâketlerden sonra elde edilir. Allah bir sebep ihsan edip hem beni sevindirdi, hem de bir büyük gerçeği anlamamı sağladı.
Hükümdar, oğlu büyüyünce, “Soyumun devamı için oğlumu evlendirmem, bunun için de ona lâyık bir kız bulmam lâzım” diye düşündü. “Kötü bir padişahın kızını almaktansa, fakir de olsa iyi bir ailenin kızım almayı tercih ederim” diyerek fikrini şehzadenin annesine açıkladı.
O,
“Oğlumuzu bir yoksulla mı evlendireceksin?” diye itiraz edince, Hükümdar:
“Kişilerin temiz ve gönül zenginliğine sahip olmaları, para zenginliğinden çok daha iyidir. Zira paranın bu dünyada bile mutlu edeceği şüpheli iken, gönül zenginliği iki dünyada da mutlu eder” karşılığını verdi.
Uzun münakaşalar sonunda nihayet hükümdar, düşüncesini kabul ettirip, oğluna yaratılışı ve ahlâkı güzel bir kızı nişanladı. Güzellikte eşi olmayan bu kızın içi de dışı da tertemizdi. Ve her yönüyle şehzadeye lâyıktı.
Gel gör ki, doksan yaşında ihtiyar bir büyücü kadın da o güzelim şehzadeye âşık olmuştu. O büyücü kocakarı, şehzadenin nişanlandığını duyunca öyle bir büyü yaptı ki, şehzadenin yüzünü o dünya güzeli kızdan çevirtti ve kendine döndürdü. Şehzade, uzun zaman o kokmuş karının esiri gibi yaşadı ve nişanlısını unuttu. Bu hal üzere bir sene geçti.
Hükümdar ne yapacağını şaşırdı. Sadakalar dağıtıyor, kurbanlar kesiyor, ne çare varsa başvuruyor ama oğlunu kocakarıdan vazgeçiremiyordu.
Nihayet bu işten haberdar olan Allah dostu bir hoca şehzadeyi okuyup dua ederek sihri bozdu. Ve onunla konuşarak aklını başına getirdi. Hatasını anlayan şehzade koşarak babasına geldi ve “Olmayacak bir yanlışlık yaptım; seni çok üzdüm, özür diliyorum, beni affet!” dedi.
Padişah oğlunun bu dönüşüne çok sevindi. Şenlikli bir düğün yaptı. Öyle bir düğün olmuştu ki, şehrin köpekleri bile ziyafetten mest olmuştu. Büyücü kocakarı da üzüntüsünden öldü.
Şehzade gelinin yanına gidip onun ay gibi parlayan yüzünü görünce neredeyse bayılacaktı. İkisi de çok mutlu oldular.
Bir yıl sonra babası söz arasında: “Oğlum o büyücü kocakarıyı hatırlıyor musun?” diye sorunca şehzade: “Bırak baba” dedi. ‘Hatırlatma bana onu. Ben hakiki yerimi, gerçek sevgiyi buldum. Ve şükür ki ona aldanmaktan kurtuldum.”
Bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü. Büyük bir acı içinde kıvranmaya başlamıştı ki, uyandı. Gördüğünün gerçek olmadığım anladığında, “Çok şükür rüyaymış. Rüyada gülmek, ağlamak ve hüzündür, rüyada ağlama ise sevinç ve mutluluktur, diye tabir olunur.” dedi ve çok sevindi. Sonra da şöyle düşündü:
Rüyada çektiğim acılar, uyanınca nasıl sevince dönüşmüşse rüya gibi olan bu hayat uykusundan âhiret sabahında uyanınca; hayatın acı ve sıkıntıları sevinçlere dönüşecek. En büyük saadetler büyük ve acı felâketlerden sonra elde edilir. Allah bir sebep ihsan edip hem beni sevindirdi, hem de bir büyük gerçeği anlamamı sağladı.
Hükümdar, oğlu büyüyünce, “Soyumun devamı için oğlumu evlendirmem, bunun için de ona lâyık bir kız bulmam lâzım” diye düşündü. “Kötü bir padişahın kızını almaktansa, fakir de olsa iyi bir ailenin kızım almayı tercih ederim” diyerek fikrini şehzadenin annesine açıkladı.
O,
“Oğlumuzu bir yoksulla mı evlendireceksin?” diye itiraz edince, Hükümdar:
“Kişilerin temiz ve gönül zenginliğine sahip olmaları, para zenginliğinden çok daha iyidir. Zira paranın bu dünyada bile mutlu edeceği şüpheli iken, gönül zenginliği iki dünyada da mutlu eder” karşılığını verdi.
Uzun münakaşalar sonunda nihayet hükümdar, düşüncesini kabul ettirip, oğluna yaratılışı ve ahlâkı güzel bir kızı nişanladı. Güzellikte eşi olmayan bu kızın içi de dışı da tertemizdi. Ve her yönüyle şehzadeye lâyıktı.
Gel gör ki, doksan yaşında ihtiyar bir büyücü kadın da o güzelim şehzadeye âşık olmuştu. O büyücü kocakarı, şehzadenin nişanlandığını duyunca öyle bir büyü yaptı ki, şehzadenin yüzünü o dünya güzeli kızdan çevirtti ve kendine döndürdü. Şehzade, uzun zaman o kokmuş karının esiri gibi yaşadı ve nişanlısını unuttu. Bu hal üzere bir sene geçti.
Hükümdar ne yapacağını şaşırdı. Sadakalar dağıtıyor, kurbanlar kesiyor, ne çare varsa başvuruyor ama oğlunu kocakarıdan vazgeçiremiyordu.
Nihayet bu işten haberdar olan Allah dostu bir hoca şehzadeyi okuyup dua ederek sihri bozdu. Ve onunla konuşarak aklını başına getirdi. Hatasını anlayan şehzade koşarak babasına geldi ve “Olmayacak bir yanlışlık yaptım; seni çok üzdüm, özür diliyorum, beni affet!” dedi.
Padişah oğlunun bu dönüşüne çok sevindi. Şenlikli bir düğün yaptı. Öyle bir düğün olmuştu ki, şehrin köpekleri bile ziyafetten mest olmuştu. Büyücü kocakarı da üzüntüsünden öldü.
Şehzade gelinin yanına gidip onun ay gibi parlayan yüzünü görünce neredeyse bayılacaktı. İkisi de çok mutlu oldular.
Bir yıl sonra babası söz arasında: “Oğlum o büyücü kocakarıyı hatırlıyor musun?” diye sorunca şehzade: “Bırak baba” dedi. ‘Hatırlatma bana onu. Ben hakiki yerimi, gerçek sevgiyi buldum. Ve şükür ki ona aldanmaktan kurtuldum.”
İman sahipleri
de Hak yolunu bulunca böyle mutlu olurlar.
Bu hikayede
anlatılmak istenen şey:
Şehzade:
Allah’ın halifesi konumundaki insanoğlu, sen ben ve diğerleri.
Padişah ise, insanların babası Hazreti Adem
as.
Büyüsüyle
insanoğlunu babasından koparan ise, Dünya ve dünyalık.
Büyüyü bozan
tabip de peygamberler ve velilerdir.
Dünya caziptir,
büyüleyicidir. Onun büyüsünden kurtulmak ise ancak ve ancak Hazreti Peygamber
(s.)in getirdiği reçetedir. Yani İslam dinidir. İslam’ı tam olarak yaşamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder