29 Mayıs 2020 Cuma

Hükümdar, Şehzâde Ve Büyücü (Mesnevî’den)



Bir hükümdarın içi dışı hünerlerle bezenmiş genç bir oğlu vardı. Onu her yönüyle mükemmel yetiştirmeye çalışmıştı.
Bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü. Büyük bir acı içinde kıvranmaya başlamıştı ki, uyandı. Gördüğünün gerçek olmadığım anladığında, “Çok şükür rüyaymış. Rüyada gülmek, ağlamak ve hüzündür, rüyada ağlama ise sevinç ve mutluluktur, diye tabir olunur.” dedi ve çok sevindi.  Sonra da şöyle düşündü:
Rüyada çektiğim acılar, uyanınca nasıl sevince dönüş­müşse rüya gibi olan bu hayat uykusundan âhiret saba­hında uyanınca; hayatın acı ve sıkıntıları sevinçlere dönü­şecek. En büyük saadetler büyük ve acı felâketlerden sonra elde edilir. Allah bir sebep ihsan edip hem beni sevindirdi, hem de bir büyük gerçeği anlamamı sağladı.
Hükümdar, oğlu büyüyünce, “Soyumun devamı için oğlumu evlendirmem, bunun için de ona lâyık bir kız bul­mam lâzım” diye düşündü. “Kötü bir padişahın kızını almaktansa, fakir de olsa iyi bir ailenin kızım almayı tercih ederim” diyerek fikrini şehzadenin annesine açıkladı.
O,
“Oğlumuzu bir yoksulla mı evlendireceksin?” diye itiraz edince, Hükümdar:
“Kişilerin temiz ve gönül zenginliğine sahip olmaları, para zenginliğinden çok daha iyidir. Zira paranın bu dün­yada bile mutlu edeceği şüpheli iken, gönül zenginliği iki dünyada da mutlu eder” karşılığını verdi.
Uzun münakaşalar sonunda nihayet hükümdar, dü­şüncesini kabul ettirip, oğluna yaratılışı ve ahlâkı güzel bir kızı nişanladı. Güzellikte eşi olmayan bu kızın içi de dışı da tertemizdi. Ve her yönüyle şehzadeye lâyıktı.
Gel gör ki, doksan yaşında ihtiyar bir büyücü kadın da o güzelim şehzadeye âşık olmuştu. O büyücü kocakarı, şehzadenin nişanlandı­ğını duyunca öyle bir büyü yaptı ki, şehzadenin yüzünü o dünya güzeli kızdan çevirtti ve kendine döndürdü. Şehza­de, uzun zaman o kokmuş karının esiri gibi yaşadı ve ni­şanlısını unuttu. Bu hal üzere bir sene geçti.
Hükümdar ne yapacağını şaşırdı. Sadakalar dağıtıyor, kurbanlar kesiyor, ne çare varsa başvuruyor ama oğlunu kocakarıdan vazgeçiremiyordu.
Nihayet bu işten haberdar olan Allah dostu bir hoca şehzadeyi okuyup dua ederek sihri bozdu. Ve onunla ko­nuşarak aklını başına getirdi. Hatasını anlayan şehzade koşarak babasına geldi ve “Olmayacak bir yanlışlık yap­tım; seni çok üzdüm, özür diliyorum, beni affet!” dedi.
Padişah oğlunun bu dönüşüne çok sevindi. Şenlikli bir düğün yaptı. Öyle bir düğün olmuştu ki, şehrin köpekleri bile ziyafetten mest olmuştu. Büyücü kocakarı da üzüntü­sünden öldü.
Şehzade gelinin yanına gidip onun ay gibi parlayan yü­zünü görünce neredeyse bayılacaktı. İkisi de çok mutlu ol­dular.
Bir yıl sonra babası söz arasında: “Oğlum o büyücü kocakarıyı hatırlıyor musun?” diye sorunca şehzade: “Bırak baba” dedi. ‘Hatırlatma bana onu. Ben hakiki yerimi, gerçek sevgiyi buldum. Ve şükür ki ona aldanmak­tan kurtuldum.”
İman sahipleri de Hak yolunu bulunca böyle mutlu olurlar.
Bu hikayede anlatılmak istenen şey:
Şehzade: Allah’ın halifesi konumundaki insanoğlu, sen ben ve diğerleri.
 Padişah ise, insanların babası Hazreti Adem as.
Büyüsüyle insanoğlunu babasından koparan ise, Dünya ve dünyalık.
Büyüyü bozan tabip de peygamberler ve velilerdir.
Dünya caziptir, büyüleyicidir. Onun büyüsünden kurtulmak ise ancak ve ancak Hazreti Peygamber (s.)in getirdiği reçetedir. Yani İslam dinidir. İslam’ı tam olarak yaşamaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder