Rüzgar Süleyman
(a.s.)ın tahtına eğri esti. Bunun üzerine Hazreti Süleyman “Eğilme ey rüzgâr” dedi. Rüzgar: “Ey
Süleyman sen eğri gitme! Sen eğri gidersen benim eğriliğime öfkelenme!” dedi.
Süleyman’ın
tahtı da eğrildi. Dedi, ey taç başımdan eğri durma!
O, eliyle
tacı düzeltiyor, taç ise her defasında yeniden eğriliyordu. Sekiz kez düzeltti,
taç yine eğrildi. Süleyman: ey taç, niye eğriliyorsun, sorun nedir, eğrilme
artık, dedi. Taç: Yüz kez düzeltsen gene eğrilirim, çünkü sen eğri gidiyorsun!.
Bunun üzerine
Hazreti Süleyman içini doğrulttu ve taşıdığı arzudan kalbini soğuttu. Bundan sonra
taç anında düzeldi ve onun istediği gibi oldu. Hazreti Süleyman denemek için taı
sekiz kez eğriltti, her defasında taç kendi kendine doğruldu. Taç dile gelip
şöyle dedi: Sevin ey padişah, kanadındaki çamuru silkelediğine göre uç artık.
Alınacak
ibret. Başına gelen bir sıkıntıdan dolayı üzüldüğünde kimseyi suçlama, kendine
bak. (Mesnevî 4. Defter 1900-1910 no’lu beyitlerin tercümesi)
Hazreti
Mevlana’nın bu sözleri bana bir hadis-i şerifi hatırlattı. Hazreti Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem’in gününde, bir sahabî yolda giderken yolun karşı tarafından
bir kadın geliyormuş. Bu da o kadını gözüyle takip ediyormuş. Karşıya baktığı
için önünü görmediğinden, kendisini bir hurma ağacına toslamış, yüzü
yaralanmış. Yarası sardıktan sonra Hazreti Peygamber (s.)in yanına geldiğinde “yüzüne
ne oldu” diye sormuş Hazreti Peygamber. Adam doğruyu söyleyip olduğu gibi
anlatmış. Bunun üzerine Hazreti Peygamber (s.) şöyle buyurmuş:
وعن
أنس رضي اللَّه عنه قال : قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «
إِذَا أَرَادَ اللَّهُ بعبْدِهِ خَيْراً عجَّلَ لَهُ الْعُقُوبةَ في الدُّنْيَا ،
وإِذَا أَرَادَ اللَّه بِعبدِهِ الشَّرَّ أمسَكَ عنْهُ بذَنْبِهِ حتَّى يُوافِيَ
بهِ يَومَ الْقِيامةِ » . وقَالَ
النبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إِنَّ عِظَمَ الْجزاءِ مَعَ عِظَمِ
الْبلاءِ ، وإِنَّ اللَّه تعالى إِذَا أَحَبَّ قَوماً ابتلاهُمْ ، فَمنْ رضِيَ
فلَهُ الرضَا ، ومَنْ سَخِطَ فَلَهُ السُّخْطُ » رواه الترمذي وقَالَ: حديثٌ حسنٌ
.
Enes İbni
Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, iyiliğini dilediği
kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da,
kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem (yine) şöyle buyurmuştur:
“Mükâfâtın büyüklüğü,
belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına
gelene rızâ gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse,
Allahın gazabına uğrar.” (Tirmizî,
Zühd 57. Ayrıca bk. İbnî Mâce, Fiten 23)
Hadisten öğrendiğimiz:
1. İnsana bir musibet geldiğinde önce kendini bir hesaba çekmelidir. Bir
hata işlemişse hemen tövbe etmelidir. Bir hata işlediğini hatırlamıyorsa, başa
gelen sıkıntı ve hastalıklara sabretmek, günahlardan arınmaya sebep olduğu için
bunun bir imtihan olduğunu düşünerek sabır etmelidir. Çünkü musibet ve belâ her
zaman ceza anlamında değildir. Allah sevdiği kulunu da belâ ve musibetlere
uğratır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder