30 Nisan 2020 Perşembe

Hıristiyanlıkta ruhbanlık yoktu



Ruhbanlık, günah korkusuyla birçok helallerden,  evlenme, et yeme, gibi şeylerden de el etek çekme demektir. Bu ise islamın aslına aykırıdır. Ne olursa olsun aşırılık iyi değildir. İşte ayet:
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا وَاِبْرٰهٖيمَ وَجَعَلْنَا فٖى ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُمْ مُهْتَدٍ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
57.27*************ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰى اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعٖيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْجٖيلَ وَجَعَلْنَا فٖى قُلُوبِ الَّذٖينَ اتَّبَعُوهُ رَاْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَاٰتَيْنَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir”
 "Arkalarından Meryem'in oğlu İsa'yı da gönderdik. Ona İncil'i verdik. Ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet duygusu koyduk. İcad ettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için onu icad ettiler, fakat ona layıkıyla de uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir." (Hadid,/27)
İsâ aleyhisselâm’a indirilmiş olan İncil, bugün hıristiyanların ellerinde bulunan İncil değildir. Bugün elde mevcut incillerin hepsi tahrif olunmuş, bozulmuş, sonradan yazılmıştır. Ancak bu incillerde, Hz. İsâ’ya indirilen gerçek İncil’den birtakım âyetler lafzan veya mâna olarak yer almış bulunmaktadır. İncil’deki tahrifatın boyutu, elde mevcut incillerin incelenmesinden bile anlaşılabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça bu tahrifata işaret eder.
Hz. İsâ’nın peygamber olarak geldiği sırada iki büyük toplum vardı. Bunlar yahudi ve Rum toplumlarıydı. Her ikisi de katı, kaba, sevgisiz ve merhametsiz topluluklar halindeydi. İsâ aleyhisselâm, kendisine uyanlara şefkat, merhamet, yumuşaklık, alçak gönüllülük ve insan sevgisi gibi yüce duyguları telkin etmekteydi. Çünkü bu duygulardan yoksun olan fertler ve onların oluşturduğu cemiyetler, zulüm, işkence ve kaba kuvvetin hakim olduğu bir yapı arzeder.
Böyle toplumlarda insânî düşünce ve duygular, güzel davranışlar, iyilik ve hayır ortadan kalkar. İşte böyle bir zeminde insanlara saadet yollarını göstermek için gelen İsâ aleyhisselâm, üzerine düşen gayreti gösterdiyse de muvaffak olamadı. Kendinden sonra gelecek gerçek kurtarıcıyı müjdeleyerek dünyadan ayrıldı. Onun müjdelediği, Peygamber Efendimiz’den başkası değildi. Hıristiyanlığı kendilerine uyduran ve hakikatı tahrif eden o günkü toplumların günümüzdeki uzantısı olan batılılar, hâlâ bu sevgisizliğin, şefkat ve merhamet yoksulluğunun, zulmün, haksızlığın, katı kalbliliğin en acımasız örneklerini yeryüzünde sergilemeye devam etmektedirler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, pek çok hadislerinde, İslâm’da ruhbanlığın olmadığını ısrarla belirtmiştir:
Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) den: Osman bin Maz’ûn (r.a.) kadınları terk etmiş (kendini ibadete vermişti). Hazreti Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem ona haber göndererek:
يا عثمانُ إنِّي لمْ أُومَرْ بِالرَّهْبانِيَّةِ ، أَرَغِبْتَ عن سُنَّتِي ؟ ‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍ قال : لا يا رسولَ اللهِ ، قال فمَنْ رَغِبَ عن سُنَّتِي فَليسَ مِنِّي
Ya Osman! Ben ruhbanlıkla emrolunmadım. Sen benim sünnetimden yüz mü çevirdin?” diye sordu. O da: “Hayır, ya rasûlallah” dedi. Efendimiz devamla şöyle buyurdu: “Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” (Dârimî Nikah/3, Müsned, III, 82)
Ruhbanlık, büyük bir korku hissine kapılarak, dünya lezzetlerini tamamen terketmek, kendini uzlet ve riyâzete vererek hayatın sonunu beklemektir. Bu âyet, Hıristiyanlığın aslında da ruhbanlığın bulunmadığını ve sonradan uydurulduğunu açıkça belirtmektedir. Ancak hıristiyanlar, kendilerinin belki iyi bir gâyeyle icad ettikleri ruhbanlığı da bozmuşlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve onları Allah yolundan çevirirler” [Tevbe sûresi (9), 34].
Görüldüğü gibi haham ve ruhbanların günahı daha da büyüktür; çünkü onlar insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoymaktadırlar. Bunlar, şefkat, rahmet ve sevgi yolunu bırakarak, tevhid akidesini terkederek, insanları bir sapıklık olan teslise inanmaya zorlayarak ve çeşitli ahlâksızlıklar yaparak kötü örnek olmaktadırlar. Bu âyette onların bu halleri kınanmakta, müslümanlar da ibadet ve taatte, kullukta ölçülü olmaya, ifrat ve tefrite sapmamaya çağırılmaktadır.
İbn-i Abbas (r.a.)dan rivayete göre, bir adam Hazreti Peygambere (s.) gelerek: “Ya Rasûlallah, şu eti yediğim zaman kadına karşı şehvetim uyanıyor. Bunun için ben et yemeyi kendime haram ettim” dedi. Bunun üzerine Şu ayeti kerime nazil oldu:
 Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” “Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve inandığınız Allah'tan korkun.” (Maide/87-88)

29 Nisan 2020 Çarşamba

İslam dinine karşı Hıristiyanların tutumu



Genel olarak Hıristiyanların ve Musevilerin (Yahudilerin) İslam dinine karşı tutumlarını Bakara suresinin 120. Ayetinde şöyle ifade etmektedir:
~~2.120~
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذٖى جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصٖيرٍ
“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: "Allah'ın yolu asıl doğru yoldur." Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”(Bakara/120)
Genel durum böyle olmakla beraber,  Yahudilerin islam’a en şiddetli düşman olduklarını, Hıristiyanların ise birçoklarının akıllarını kullanarak Müslüman olduklarını, olacaklarını aşağıdaki ayetler bize haber vermektedir:
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذٖينَ اَشْرَكُوا وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا الَّذٖينَ قَالُوا اِنَّا نَصَارٰى ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّٖيسٖينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
: (Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da "Biz hıristiyanlarız" diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. (Maide / 82)
~~5.83~
وَاِذَا سَمِعُوا مَا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰى اَعْيُنَهُمْ تَفٖيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدٖينَ*
Peygamber'e indirileni (Kur'an'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. "Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile  beraber yaz" derler. (Maide/83)
~~5.84~
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَاءَنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحٖينَ*
"Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) koymasını umarken, Allah'a ve bize gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?" (Maide/84)
~~5.85~
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَا وَذٰلِكَ جَزَاءُ الْمُحْسِنٖينَ*

Dedikleri bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.(Maide/85)
~~5.86~
وَالَّذٖينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا اُولٰئِكَ اَصْحَابُ الْجَحٖيمِ*
İnkâr edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir. (Maide/86)
Rivayet ediliyor ki, bu beş âyet (Maide/82-86) Necaşi ve ashabı (arkadaşları) hakkında inmiştir. İlk Muhacirlerin Habeşistan'a göç ettikleri zaman Mekke müşrikleri arkalarından bir grup insan göndermiş ve Necâşî'yi aleyhlerinde tahrik ve teşvik ederek onlara baskı yaptırmak ve perişan ettirmek istemişlerdi. Bunun üzerine Necâşî, ileri gelen keşişler ve rahipler ile bir toplantı yapmış ve Müslümanlarla müşrikleri de oraya davet etmiş idi. Bu mecliste toplandıkları zaman Necâşî Müslümanlara seslenerek: "Kitabınızda Hz. Meryem'in zikri (anılışı) var mıdır?" diye sormuş, Ca'fer b. Ebî Tâlib hazretleri de: "Evet, onun adına mensub (nisbet edilen) bir sûre vardır." Demiş ve Meryem suresinde Hazreti Meryemle ilgili ayetleri okumuştur. O ayetlerin mealleri:
(16-17) (Ey Muhammed!) Kitap'ta (Kur'an'da) Meryem'i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail'i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.
Meryem, "Senden, Rahmân'a sığınırım. Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)" dedi.
Cebrail, "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim" dedi.
Meryem, "Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?" dedi.
Cebrail, "Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir" dedi.
- Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.
- Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!" dedi.
Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı."
- "Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün."
- "Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, "Şüphesiz ben Rahmân'a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım" de.
27 - Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: "Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!"
- "Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi."
Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. "Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?" dediler.
Bebek şöyle konuştu: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı (İncil'i) verdi ve beni bir peygamber yaptı."
"Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti."
- "Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı."
- "Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir)."
 - Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur. (Meryem/ 16-34

"İşte Meryem oğlu İsa budur." âyetine kadar Meryem sûresini okumuş ve bundan dolayı Necâşi ağlamış idi. Sonra Necâşi Medine'ye Peygamber'imize yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Resûlullah (s.a.v.) da onlara Yâsîn sûresini okumuş, aynı şekilde bunlarda ağlamışlar ve iman etmişlerdi.

Hazreti Hatice'nin Cebrail Hakkındaki Bir Denemesi



Hazreti Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem’e ilk vahy gelmiş, o da gördüklerini ve duyduklarını eşi Hazreti Hatice’ye anlatmıştı. Hazreti Hatice annemiz de bu duyduklarını amcasının oğlu Varaka’ya anlatmıştı.
Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice'ye: "Cebrail; Allah ile peygamberler arasında, Allah'ın emînidir. Sen, Muhammed'i, görmüş olduğu şeyleri gördüğü yere kadar götür. Kendisine gelen şey gelince, başını saçını aç! Eğer o Allah tarafından ise, Muhammed gördüğü şeyi göremez!" dedi. Hz. Hatice öyle yaptı.
Peygamberimiz (a.s.)a: "Ey amcamın oğlu! Şu sana gelen sahibin (Melek) geldiği zaman, bana haber verebilir misin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Haber verebilirim!" buyurdu. Hz. Hatice: "Öyle ise, o sana gelince bana haber ver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey Hatice! İşte, Cebrail yanıma geldi" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk, gel de ey amcamın oğlu! Sol dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) oturunca, Hz. Hatice: "Onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da sağ dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun sağ dizinin üzerine oturdu. Hz. Hatice: "Onu yine görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da, kucağıma otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun kucağına oturdu. Hz. Hatice: "Onu hâlâ görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice, başından başörtüsünü açtı ve: "Yine onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Hayır! Görmüyorum!" buyurdu. Bunun üzerine, Hz. Hatice: "Ey amcamın oğlu! Sebat et! Müjdeler olsun ki, vallahi, bu sana gelen melektir; şeytan değildir!" dedi. ( İbn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 255)
)حديث مرفوع حديث موقوف) عَنْ أَبِي سَلَمَةَ ، قَالَ : قَالَتْ عَائِشَةُ : رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، وَاضِعًا يَدَيْهِ عَلَى مَعْرَفَةِ فَرَسِ دِحْيَةَ الْكَلْبِيِّ ، وَهُوَ يُكَلِّمُهُ . قَالَتْ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ! رَأَيْتُكَ وَاضِعًا يَدَيْكَ عَلَى مَعْرَفَةِ فَرَسِ دِحْيَةَ الْكَلْبِيِّ ، وَأَنْتَ تُكَلِّمُهُ ؟ ، قَالَ : " أَوَ رَأَيْتِيهِ ؟ " . قَالَتْ : نَعَمْ . قَالَ : " ذَاكَ جِبْرِيلُ ، وَهُوَ يُقْرِئُكِ السَّلامَ " ، قَالَتْ : وَعَلَيْهِ السَّلامُ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ ، جَزَاهُ اللَّهُ مِنْ صَاحِبٍ وَدَخِيلٍ خَيْرًا ، فَنِعْمَ الصَّاحِبُ ، وَنِعْمَ الدَّخِيلُ " ، قَالَ سُفْيَانُ : الدَّخِيلُ : الضَّيْفُ
Ebu seleme (r.a) den: Hazreti Aişe (r.a.) şöyle dedi: Resûlullah (s.)i, elini, Dıhyetü’l-Kelbî’nin atının yelesinin üzerine koymuş olduğu halde onunla konuşuyorken gördüm. Ya Rasûlallah! Seni, elini Dıhyetü’l-Kelbî’nin atının yelesinin üzerine koymuş olduğu halde onunla konuşuyorken gördüm, dedim. “Sen gördün mü” dedi. “Evet” dedim. “o Cibrîl’dir, sana selam söylüyor” dedi. Ben de: “ Ve aleyhisselam, ve rahmetullahi ve berekâtühû, Allah ev sahibine de, misafirini de iyilikler, hayırlar versin; ne güzel ev sahibi, ne güzel misafir” dedim. (Ahmed 6/146)

وعن ابن عباس قال : كنت مع أبي عند رسول الله - صلى الله عليه وسلم - وعنده رجل يناجيه ، فكان كالمُعْرِضِ عن أبي ، فخرجنا من عنده ، فقال أبي : أي بني ، ألم تر إلى ابن عمك كالمُعرِض عني ؟ فقلت : يا أبت ، إنه كان عنده رجل يناجيه . قال : فرحنا إلى النبي - صلى الله عليه وسلم - فقال أبي : يا رسول الله ، قلت لعبد الله كذا وكذا ، فأخبرني أنه كان عندك رجل يناجيك ، فهل كان عندك أحد ؟ فقال رسول الله - صلى الله عليه وسلم - : " وهل رأيته يا عبد الله ؟ " . قلت : نعم . قال : " فإن ذلك جبريل - عليه السلام - هو الذي شغلني عنك

Abdullah b. Abbas da der ki: "Babam Abbas'la birlikte, Resûlullah (a.s.)ın yanında idim. Resûlullah (a.s.)ın yanında da, bir adam bulunuyor ve onunla fısıldaşıyordu. Resûlullah (a.s.) babamdan yüz çevirmiş gibi idi (Onunla pek ilgilenmiyordu). Resûlullah (a.s.)ın yanından, dışarı çıktık. Babam, bana: 'Oğulcuğum! Amcanın oğlunun, benden yüz çevirir gibi olduğuna dikkat etmedin mi?' dedi. Ben: 'Babacığım! O, yanında bulunan bir adamla fisıldaşıyordu' dedim. Bunun üzerine, hemen Resûlullah (a.s.)ın yanına döndük. Babam: 'Yâ Rasûlallah! Abdullah'a şöyle şöyle söylemiştim. O da, senin yanında bulunan bir adamla fısıldaşdığını bana haber verdi. Senin yanında bir kimse var mıydı?' dedi. Resûlullah (a.s.), bana: 'Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?' diye sordu. Ben: 'Evet! Gördüm' dedim. Resûlullah (a.s.): 'İşte o, Cebrail idi. Seninle ilgilenmekten, beni o meşgul etti!' buyurdu. (Ahmed 1/294)
 

26 Nisan 2020 Pazar

Oruç tutmanın maddi-manevi faydaları



Allah'ın bütün emirlerinde hem dünyamız için hem de ahiretimiz için birçok faydalar vardı. biz elbette ibadetlerimizi bu faydaları için değil, Rabbimiz emrettiği için yaparız. Bu cümleden olarak oruç tutmanın da bir çok faydaları vardır. işte onlardan bazıları:
1- Oruç tutan Müslüman, İslam'ın şartlarından birini yerine getirmiş, bir farzı eda etmiş ve sorumluluktan da kurtulmuş olur.
2- "Essavmü cünnetün" (Oruç koruyan bir kalkandır, bir siperdir.) Dünyada tamah tehlikesinden, hırs ve cimrilikten, mezarda kabir azabından, mahşer yerinde o günün şiddetinden, sırat üzerinde ise cehenneme düşmekten korur.
3- Oruç günahları yakar kül eder, yok eder. böylece Allah'ın rahmet ve mağfiretini kazandırarak dünya ve ahiret saadetini temin eder.
4- Oruç nefsanî arzuları firenler, şehveti kırar ve o yönden gelecek tehlikeleri önler. Bu sayede insanı güzel ahlak sahibi yapar. Sevgili Peygamberimiz s a v şöyle buyurmuştur:
 ياَ مَعْشَرَالشَّباَبِ مَنِ اسْتَطاَعَ مِنْكُمُ الْباَءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ فَاِنَّهُ اَغَضُّ لِلْبَصَرِ وَاَحْصَنُ لِلْفَرْجِ وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ فَاِنَّهُ لَهُ وِجاَءٌ
"Ey gençler! Evlenmeye gücü yetenleriniz evlensin. Çünkü o, gözü haramdan daha iyi muhafaza eder ve insanı zinadan daha iyi korur. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun Çünkü oruç şehveti kırar." (Tac c 2 s 278 Ravâhü hamse) Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulur:
(ان الشيطانَ يَجْرى مِن ابْنِ آدَمَ مَجْرى الدَّمِاِنَّ الشَّيْطَانَ يَبْلُغُ مِنَ الاِنْسَانِ مَبْلَغَ الدَّمِŞeytan, insanın (damarlarında) kanın ulaştığı yerlere kadar ulaşır. (Tecrid-i sarih 6/330 , İbn-i Maceh savm / 65)
5- Oruç, kalbi nurlandırır, şefkat ve merhamet duygularını geliştirir. Açlığı kendi tadan kimse diğer açların hallerini daha iyi anlar ve böylece fakirlere yardım elini uzatır.
6- Oruç, mü'minler arasındaki zengin-fakir mücadelesini azaltır. Zengin bilhassa ramazanda zekat, fitre ve sadaka vererek fakirlere yardım eder, onlar da onlara karşı kin yerine saygı ve minnet duyar ve bu sayede komünizm reklamı da engellenir.
7- Oruç, kişinin inancında sadık olduğunu isbat eder ve imtihanı kazandırır. Bir ayet-i kerimede: "وَلَنَبْاُوَنَّكُمْ بِشَئٍ مِنَ الْخُوْفِ وَالْجُوعِ " (And olsun ki sizi, biraz korku, biraz açlıkla (oruçla) imtihan ederiz Sabredenleri müjdele) (Bakara : 155)
8- Oruç, kibri ve gururu kırar, insana acizliğini hatırlatır.
9- Oruç, akıl ve zekâya kuvvet verir.
10- Oruç, insanı melekleştirir. Melekler, yemez, içmez ve cinsî münasebette bulunmazlar. Oruç tutan kimse de onlara benzer.
11- Oruç, obur insanların iştahlarına barajdır, set çeker.
12- Oruç, mü'minler için bir savaş eğitimidir. İnsanı açlığa ve susuzluğa alıştırır.
13- Oruç mü'minlerin sabır silahıdır. Sabır ise her başarının sırrı ve tehlikelerden kurtulmanın da vasıtasıdır. Bir hadis-i şerifde:   اَلصَّوْمُ نِصْفُ الصَّبْرِ.“Oruç sabrın yarısıdır. Sabır da imanın yarısıdır”  buyrulmuştur. (İbn-i Maceh savm 44 c 1 s  554, İhya c. 1. (hadis zayıftır))
14- Oruçlunun duası reddolunmaz. . Bir hadisde şöyle buyrulmuştur:
 ثَلاَثَةٌ لاَتُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ: اَلصّاَئِمُ حِينَ يُفْطِرُ والاِماَمُ الْعاَدِلُ وَدَعْوَةُالْمَظْلُومِ يَرْفَعُهاَاللهُ فَوْقَ الْغَماَمِ وَيَفْتَحُ لَهاَ اَبْواَبَ السَّماَءِ وَيَقُولُ الرَّبُّ: وَعِزَّتِى وَجَلالِى لاَنْصُرَنَّكَ وَلَوْبَعْدَحِينٍ
Üç kişinin duası reddolunmaz. A) iftar ettiği zamanda oruçlunun duası, b) Adaletli devlet başkanının duası, c) mazlumun duası. Bu duayı Allahü Teâlâ bulutlardan öteye yükseltir; gök kapılarını açar ve şöyle buyurur: “İzzetim ve Celâlim hakkı için mutlaka sana yardım edeceğim, ilerde de olsa”. (Ahmed, tirmizi, Tac 2/51 Mısır.)
Diğer bir hadiste şöyle buyurulur: اِنَّ للِصاَئِمِ عِنْدَ فِطْرِهِ لَدَعْوَةٌ مَا تُرَدُّ Oruçlu için iftar vaktinde reddolunmayan bir duası vardır. (İbn-i Maceh sıyam / 48)
15- Oruç vücutların zekatıdır. Zekat temizlemek demektir. Bir hadis-i şerifde: لِكُلِّ شَيْءٍزَكاَةٌ وَزَكاَةُالْجَسَدِ الصَّوْمُ (Her şey için zekat vardır. Cesedin zekatı da oruçtur.) (İbn-i Maceh Savm 44)
16- Oruç rızıklara bereket getirir. Ramazanda piyasa daha canlanır.
17- Oruç hırsızlığı ve haksızlığı önler. Çünkü iftar vaktine kadar kendi helal rızkı önünde dururken yemeyen, başkasının malında hiç gözü olmaz
18- Ramazanda zekat, fitre ve sadaka gibi malî ibadetler yerine getirilir. Bu sayede hem zengin farz olan zekat borcunu öder, hem de fakirlerin eline bir miktar para geçerek sosyal denge sağlanır.
19- Oruç riyasız bir ibadettir.
20- Oruç topluma kederi de, zevki de aynı anda tattırır.
21- Oruç bedenlerin sıhhat kaynağıdır. Yorulan hücreleri dinlendirir. Sindirim sistemi organlarını dinlendirir. Kan dolaşımını düzenler. Mide pürüzlerini ve ülseri önler. Damar sertleşmesine, kolesteral artışına, tansiyon yükselmesine, şişmanlığa, diyabete (şeker yükselmesine), üremi'ye, karaciğer, safra kesesi, böbrek hastalıkları ve daha bir çok hastalıklara karşı faydalı ve bir itidal, müvazene, (Dengeleme) rejimidir.
22- Oruç, nefsi tezkiye eder, (temizler) rûhu tasfiye eder, safileştirir.
24- Oruç sadece mideye değil, bütün organlara tutturulmalıdır.
25- Ramazana kıymet kazandıran Kur'an'dır. Ramazanda Kur'an, başka zamanlardan daha çok okunur ve okunmalıdır.
26- Oruç, insan ile hayvanı birbirinden ayırır.
Bu konu ile ilgili bir fıkra: Kedi pide yemiş!
Beşiktaş eski vaizlerinden merhum Hacı Cemal Öğütçen bir vaazında şöyle der: Mü'minler! Allah bana bir hanım vermiş, sormayın. Dinleyin de benim bununla nasıl ömür tükettiğime siz karar verin. Bir ramazan akşamı, ezan okumak için evden çıktım, ayakkabılarımı giyiyordum. İçeride hanım tarafından kopan bir feryat yüreğimi ağzıma getirdi. Heyecanla hemen geri dönüp içeri girdim ve: "Ne var hanım, niye bağırıyorsun?" dedim. Bana kediyi gösterek: "Baksana kedi pideyi yiyor" dedi. Bre hatun bir pide için bu kadar bağırmana ne gerek var, ben sana istediğin kadar pide alırım" deyince hanım: "Yahu pide önemli değil, kedi orucu yiyor. Oysaki daha ezan okunmadı" Ben şöyle demekten kendimi alamadım: "Bre hatun ben sana her zaman demiyor muyum, hayvanlar oruç tutmazlar, hayvanlar namaz kılmazlar, hayvanlar ayıp yerlerini örtmezler... Kedi de bir hayvandır. Allah onlardan namaz oruç sormaz." İşte böyle bir hanım ile ben nasıl hayat geçiriyorum, bilemiyorum."
Bir çok kimseler orucun hikmetlerini faydalarını sayarlarken ilk başta: “Efendim, zenginler oruç tutup aç kalmak suretiyle fakirlerin hallerini anlasınlar diye” derler. Mademki öyle ise fakirler niçin oruç tutuyorlar? Demek ki orucun hikmeti sadece bu değil, daha başka birçok hikmetleri de vardır.
Oruç ve gıybetle ilgili bir hadis-i şerif:
Resûl-i Ekrem (s) zamanında oruç tutan iki kadın akşama doğru açlık ve susuzluktan helak olacak vaziyete geldiler. Oruçlarını bozmak için müsaade almak üzere Resûl-i Ekrem’e bir kişi gönderdiler. Peygamber Efendimiz de bir bardak verdi ve onlara, yediklerini bu bardağa kusmalarını söyle, buyurdu. Onlardan birisi safi kan ve et kusarak bardağın yarısını doldurdu. Diğeri de aynı şekilde kusarak bardağı doldurdular. Bu vaziyetten herkes şaşırmıştı. Peygamber Efendimiz:
  إن هاتين صامتا عما أحل الله، وأفطرتا على ما حرم الله عز وجل عليهما، جلست إحداهما إلى الأخرى؛ فجعلتا يأكلان لحوم الناس
Bunlar, Allahü Teâlânın kendilerine helal kıldığı şeyden oruç tuttular ve fakat haram kıldığı şeyle iftar ettiler. Şöyle ki: biri diğerinin yanına geldi ve halkın gıybetini yaptılar. İşte şu gördüğünüz, yedikleri insan etleridir. (Ahmet 5 / 431)
İbret: Üç amele (işçi) bir inşaatta çalışıyorlarmış. Birisi yerden aldığı tuğlaları birinci kattaki işçiye atıyormuş, o da oradaki diğer işçiye veriyormuş. Üçüncü işçi de ustaya veriyormuş. Usta da duvara örüyormuş. Bir ara patron, elinde tuğla ile bekleyen ikinci işçiye niye beklediğini sormuş. Cevap: arkadaşım elindekini ustaya vermedi ki! Ben ona nasıl vereyim? İbret! Allah da bize: « قال اللَّه تعالى : أنفِق يا ابْنَ آدمَ يُنْفَقْ عَلَيْكَ » متفقٌ عليه . Ey âdemoğlu! (Allah için) infak et ki, sana da  infak olunsun!”
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den Resulullah (s): “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir: Buhâri, Tefsîru sûre/ 11) Yani siz elinizdekini verirseniz, O da size daha iyisini verecektir.
“Medine’de çenesi düşük, gıybetçi bir kadın vardı. Bir gün Resulullah’ın (asm) evine geldi. Resulullah (asm) ev halkına;
“Ona yemek getirin.” dedi. Kadın;
“Ben oruçluyum.” dedi. Resulullah (asm);
“Hayır, sen oruçlu değilsin.” dedi.
Akıllı kadın, Resulullah’ın (asm) bu sözüyle, yaptığı gıybeti kasdettiğini anladı. Bu sebeple, ertesi gün diline biraz sahip olmaya çalıştı. Ve akşama doğru, tekrar Resulullah’a (asm) uğradı. Resulullah (asm) yine;
“Ona yemek getirin.” buyurdu. Kadın;
“Ben oruçluyum.” karşılığını verdi. Resulullah (asm);
“Sen oruçlu değilsin.” buyurdu.
Kadın üç gün kesin niyet etti. Hiç konuşmadı, kimseyi gıybet etmedi. Akşama doğru Resulullah’a (asm) uğradı. Resulullah (asm) bu sefer ona şu müjdeli haberi verdi:
“İşte bugün, gerçekten oruçlusun.” (Beyhâkî)