Ruhbanlık, günah
korkusuyla birçok helallerden, evlenme,
et yeme, gibi şeylerden de el etek çekme demektir. Bu ise islamın aslına
aykırıdır. Ne olursa olsun aşırılık iyi değildir. İşte ayet:
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا
وَاِبْرٰهٖيمَ وَجَعَلْنَا فٖى ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ
فَمِنْهُمْ مُهْتَدٍ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰى
اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعٖيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ
الْاِنْجٖيلَ وَجَعَلْنَا فٖى قُلُوبِ الَّذٖينَ اتَّبَعُوهُ رَاْفَةً وَرَحْمَةً
وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَاءَ
رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَاٰتَيْنَا الَّذٖينَ
اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i peygamber olarak
gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi
doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir”
"Arkalarından Meryem'in oğlu İsa'yı da
gönderdik. Ona İncil'i verdik. Ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet
duygusu koyduk. İcad ettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamıştık, yalnız
Allah'ın rızasını kazanmak için onu icad ettiler, fakat ona layıkıyla de
uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan
birçoğu da fasık kimselerdir." (Hadid,/27)
İsâ aleyhisselâm’a indirilmiş olan İncil, bugün hıristiyanların
ellerinde bulunan İncil değildir. Bugün elde mevcut incillerin hepsi tahrif
olunmuş, bozulmuş, sonradan yazılmıştır. Ancak bu incillerde, Hz. İsâ’ya
indirilen gerçek İncil’den birtakım âyetler lafzan veya mâna olarak yer almış
bulunmaktadır. İncil’deki tahrifatın boyutu, elde mevcut incillerin
incelenmesinden bile anlaşılabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça bu tahrifata işaret
eder.
Hz. İsâ’nın peygamber olarak geldiği sırada iki büyük toplum vardı.
Bunlar yahudi ve Rum toplumlarıydı. Her ikisi de katı, kaba, sevgisiz ve
merhametsiz topluluklar halindeydi. İsâ aleyhisselâm, kendisine uyanlara
şefkat, merhamet, yumuşaklık, alçak gönüllülük ve insan sevgisi gibi yüce
duyguları telkin etmekteydi. Çünkü bu duygulardan yoksun olan fertler ve
onların oluşturduğu cemiyetler, zulüm, işkence ve kaba kuvvetin hakim olduğu
bir yapı arzeder.
Böyle toplumlarda insânî düşünce ve duygular, güzel davranışlar, iyilik
ve hayır ortadan kalkar. İşte böyle bir zeminde insanlara saadet yollarını
göstermek için gelen İsâ aleyhisselâm, üzerine düşen gayreti gösterdiyse
de muvaffak olamadı. Kendinden sonra gelecek gerçek kurtarıcıyı müjdeleyerek
dünyadan ayrıldı. Onun müjdelediği, Peygamber Efendimiz’den başkası değildi.
Hıristiyanlığı kendilerine uyduran ve hakikatı tahrif eden o günkü toplumların
günümüzdeki uzantısı olan batılılar, hâlâ bu sevgisizliğin, şefkat ve merhamet
yoksulluğunun, zulmün, haksızlığın, katı kalbliliğin en acımasız örneklerini
yeryüzünde sergilemeye devam etmektedirler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, pek çok hadislerinde, İslâm’da ruhbanlığın
olmadığını ısrarla belirtmiştir:
Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) den: Osman bin Maz’ûn (r.a.) kadınları terk
etmiş (kendini ibadete vermişti). Hazreti Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem
ona haber göndererek:
يا عثمانُ إنِّي لمْ أُومَرْ بِالرَّهْبانِيَّةِ ، أَرَغِبْتَ عن سُنَّتِي ؟ قال : لا يا رسولَ اللهِ ، قال … فمَنْ رَغِبَ عن سُنَّتِي فَليسَ مِنِّي
“Ya Osman! Ben ruhbanlıkla emrolunmadım. Sen benim sünnetimden yüz
mü çevirdin?” diye sordu. O da: “Hayır, ya rasûlallah” dedi. Efendimiz devamla
şöyle buyurdu: “Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” (Dârimî Nikah/3, Müsned, III, 82)
Ruhbanlık, büyük bir korku hissine kapılarak, dünya lezzetlerini
tamamen terketmek, kendini uzlet ve riyâzete vererek hayatın sonunu
beklemektir. Bu âyet, Hıristiyanlığın aslında da ruhbanlığın bulunmadığını ve
sonradan uydurulduğunu açıkça belirtmektedir. Ancak hıristiyanlar, kendilerinin
belki iyi bir gâyeyle icad ettikleri ruhbanlığı da bozmuşlardır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu, insanların
mallarını haksızlıkla yerler ve onları Allah yolundan çevirirler” [Tevbe sûresi (9), 34].
Görüldüğü gibi haham ve ruhbanların günahı daha da büyüktür; çünkü
onlar insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoymaktadırlar. Bunlar, şefkat,
rahmet ve sevgi yolunu bırakarak, tevhid akidesini terkederek, insanları bir
sapıklık olan teslise inanmaya zorlayarak ve çeşitli ahlâksızlıklar yaparak
kötü örnek olmaktadırlar. Bu âyette onların bu halleri kınanmakta, müslümanlar
da ibadet ve taatte, kullukta ölçülü olmaya, ifrat ve tefrite sapmamaya
çağırılmaktadır.
İbn-i Abbas (r.a.)dan
rivayete göre, bir adam Hazreti Peygambere (s.) gelerek: “Ya Rasûlallah, şu eti
yediğim zaman kadına karşı şehvetim uyanıyor. Bunun için ben et yemeyi kendime
haram ettim” dedi. Bunun üzerine Şu ayeti kerime nazil oldu:
“Ey iman edenler! Allah'ın size helal
kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı
gidenleri sevmez.” “Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak
yiyin ve inandığınız Allah'tan korkun.” (Maide/87-88)