12 Nisan 2020 Pazar

Şair Nabi (1642- öl: 13 Nisan 1712)



Nâbi Hz. Peygamber’in âşıklarındandır. 1642 senesinde, Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul'a gitmiş ve 13 Nisan 1712 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
"Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre,
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre."
Na ve bi kelimeleri Arapça ve Farsçada 'yok' anlamına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir.

Şair nabi'yi ağlatan şiir...

Hakkında şöyle bir menkıbe nakledilir:
Şair Yusuf  Nabi, Sultan 4. Mehmet döneminde 1678’de hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkânı ile birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir, Rasulullah (s.a.v) efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nabi’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nabi, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravzayı mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
Nabi dikkat eder, okunan, kendi kasidesidir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine:
-       Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin? Müezzin şöyle cevap verir:
-       Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) i gördüm. Bana dedi ki; ya müezzin kalk yatma! Benim ümmetimden bana âşık bir zat benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et; buyurdu.
Bende hemen kalktım abdest aldım; Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum. Nabi, Rasulullah benim için ümmetimden mi dedi? deyip sevincinden oracığa bayılıp düşer. İşte o kaside:

Sakın terk-i edepten

Sakın terk-i edepten kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dir bu
Nazargâh-ı ilâhidir, Makām-ı Mustafâ’dır bu
Felekde mâh-i nev, Bâbusselâm’ın sîne-câkidir
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdir bu.
Habib-i Kibriyâ’nin hâbgâhidir fazilette
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât dus cesmin tûtiyâdir bu.
Murâ’ât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu
*
Açıklaması:
Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir. Cenâb-i Hakk’ın nazar buyurduğu, Ravza-i Nebî’dir. Bu gökteki yeni ay, Bâbusselâm kapısının yüreği yanık âşığıdır. Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (celle celalühü)’in sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir. Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir. Bu dergâha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder