16 Nisan 2020 Perşembe

Bilal-i Habeşi (r.a.)



Hicretten kırk yıl kadar önce (581 civarı) Habeş asıllı bir köle olarak Arabistan’ın batı tarafındaki Serât’ta dünyaya geldi. Babasının adı Rebah, annesinin adı Hamâme’dir. İslâmiyet’i Hazreti Ebû Bekir vasıtasıyla kabul etti.
Hazreti Bilâl Mekke’de Ümeyye bin Halef’in kölesi idi. Mekke’de Müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biri olduğu için Ümeyye b. Halef öğle vakitlerinde onu kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. Fakat o her defasında, “Rabbim Allah’tır; O birdir” diyerek bu dayanılmaz işkenceye imanıyla göğüs gererdi. Hz. Peygamber onun bu şekilde işkence görmesine son derecede üzülürdü. Hz. Ebû Bekir Müslüman olmayan güçlü siyahî bir köleyi vererek Bilâl’i Ümeyye b. Halef’in elinden kurtardı ve âzat etti. , Hazreti Ömer (r.a.) bu olayla ilgili olarak şöyle demişti: “Ebu Bekir seyyidünâ ve a’taka seyyidenâ” Ebu Bekir Efendimiz, seyyidimizdir, seyidimiz ve efendimiz (bilali) hürriyetine kavuşturmuştur. “Buhârî Fezâilü ashâbi’n-Nebiyî/23).  
Bilâl-i Habeşî hicretin 1. yılında Hz. Peygamber’in öğrettiği ezanı onun emriyle ilk defa okumakla meşhur oldu ve hayatı boyunca hazarda ve seferde Hz. Peygamber’in müezzinliğini yaptı. Sabah ezanını çok erken okuyan Bilâl’in bu ezana, “es-salâtü hayrün mine’n-nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini eklemesi Hz. Peygamber’i memnun etti ve bunu her sabah ezanında tekrarlamasına izin verdi. Bilâl başta Bedir olmak üzere Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine katıldı. Bedir’de esir alınan Ümeyye b. Halef’i görünce, “İşte küfrün başı! Eğer o kurtulursa ben ölürüm” diyerek onun öldürülmesini sağladı. Mekke’nin fethedildiği gün Hz. Peygamber ile Kâbe’nin içine girdi ve Resûlullah’ın emri üzerine Kâbe’nin damına çıkarak fetih ezanını okudu. Hz. Peygamber’in Kâbe’nin içinde soldaki iki direk arasında iki rekât namaz kıldığını rivayet eden de odur (Buhârî, Salat/ 30).
Bilâl-i Habeşî hayatı boyunca Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadı, Vedâ haccında da bulundu. Onun abdest suyunu temin etmek, sütre olarak kullandığı harbeyi taşımak, şahsî ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta özellikle geceleri korunmasını, gündüzleri ise gölgelenmesini sağlamak, yemek hazırlamak, beytülmâl işlerine bakmak, Hz. Peygamber’in emriyle bazı ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak vermek, Resûl-i Ekrem’in emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işlerde görev almıştır.
Bilâl-i Habeşî Hz. Peygamber’in vefatından sonra ezan okumamış, okuyamamıştır.
Hz. Ömer halife olunca Medine’den ayrılarak Suriye’de birçok şehir ve bölgenin fethine iştirak etmiş,  altmış küsur yaşında Dımaşk’ta (Şam’da) vefat etmiş ve Bâbüssagīr’deki kabristana defnedilmiştir. El’an türbesi orada ziyaret edilmektedir.
Hz. Peygamber ona, “Bu gece cennette, önümde senin pabuçlarının tıkırtısını duydum” diyerek kendisinin cennetlik olduğunu müjdelemiş ve hangi ameli sebebiyle bu dereceyi elde etmiş olabileceğini sormuştu. O da her abdest aldıktan sonra “Allah Teâlâ’nın nasip ettiği kadar” nafile namaz kılma âdetinden söz etmişti (Buhârî, “Teheccüd”, 17; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe/ 108).[1]
Hazreti Mevlânâ Mesnevisinde Hazreti Bilal’in vefat anını şöyle zikretmektedir:
 Hazreti Bilal hilal gibi incelmiş, yüzünde ölüm rengi beliriyordu. Eşi:
— Eyvah, Bilâl’im gidiyor, dedi. Bilal:
— Hayır, hayır. Ne mutlu bana! Şimdiye kadar yaşamaktan acılar içindeydim. Ölüm nedir, nasıl bir mutluluktur sen ne bileceksin. Elyevm elka ehibbeh, Muhammeden ve sahbeh- ben bu gün dostlarıma, sevdiklerime, Muhammed ve ashabına kavuşacağım.
Bu sözleri söylerken yüzünün rengi nergis, lâle ve gül gibi açılıyordu. Yüzündeki aydınlık ve ışıl ışıl gözleri, sözlerinin doğruluğuna tanıklık ediyordu.
Kara kalpli olanlar kara görürdü onu. Aslında basiretsiz insanlar kara yüzlüydü.
Bilal’ın eşi:
-          Eyvah, ayrılık günüdür, diyordu.
-          Hayır! Bilakis vuslat, kavuşma günüdür.
-          Bu gece gurbete gidiyor, yakınlarının gözünden yitiyorsun.
-          Hayır, hayır! Bilakis benim canım gurbetten vatana dönüyor.
-          Artık senin yüzünü nerede göreceğiz?
-          Allah’ın has kulları arasında. Aşağı değil de yukarı bakarsan, haslar arasında senin de katıldığını görürsün.
-          Yazık! Evim viran olacak!
-          Ailem kalabalık, evim küçüktü. Bu yüzden sultan daha mamur ev yapmak için bunu yıkıyor. Bir kuyuyu andıran bu evde yaşayan yoksul bir kişiydim. Şimdi ise şah oldum. Şaha köşk gerek. Köşkler zaten şahların alıştıkları yerlerdir. Ölüler için ise ev olarak mezar yeter. Peygamberlere bu dünya dar geldi de şahlar gibi mekânsız diyara gittiler. Ölülere göre görkemli görünen bu dünyanın dış yüzü geniş, iç yüzü ise dardır.
Bu dünya aşırı sıcak bir hamam gibidir. Hamam  ne kadar geniş olsa da aşırı sıcaktan bunalır ve aciz kalırsın. Dışarı çıkmadıkça ferahlayamazsın.
Ya da dünya, ayağında dar bir ayakkabı ile çölde gitmeye benzer. Çöl geniş ama, ayakkabı ayağını sıktıkça koca çöl sana dar gelir. Seni uzaktan görenler: “Sahrada taze lâle gibi açılmış, geziyor” derler. Onlar senin dışın güller içindeyken, canının feryat ettiğini ne bilsinler!
(Mesnevi 3520- 3550 No’lu beyitlerin şerhinden)   


[1]              TDV Diyanet İslam Ansiklopedisinden muhtasar:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder