Hicretten kırk yıl kadar önce (581 civarı) Habeş asıllı bir
köle olarak Arabistan’ın batı tarafındaki Serât’ta dünyaya geldi. Babasının adı
Rebah, annesinin adı Hamâme’dir. İslâmiyet’i
Hazreti Ebû Bekir vasıtasıyla kabul etti.
Hazreti
Bilâl Mekke’de Ümeyye bin Halef’in kölesi idi. Mekke’de Müslüman olduğunu
açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biri olduğu için Ümeyye b. Halef öğle
vakitlerinde onu kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya
parçasını göğsü üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve
Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. Fakat o her defasında, “Rabbim Allah’tır; O birdir”
diyerek bu dayanılmaz işkenceye imanıyla göğüs gererdi. Hz. Peygamber onun bu
şekilde işkence görmesine son derecede üzülürdü. Hz. Ebû Bekir Müslüman olmayan
güçlü siyahî bir köleyi vererek Bilâl’i Ümeyye b. Halef’in elinden kurtardı ve
âzat etti. , Hazreti Ömer (r.a.) bu olayla ilgili olarak şöyle demişti: “Ebu
Bekir seyyidünâ ve a’taka seyyidenâ” Ebu Bekir Efendimiz, seyyidimizdir,
seyidimiz ve efendimiz (bilali) hürriyetine kavuşturmuştur. “Buhârî Fezâilü
ashâbi’n-Nebiyî/23).
Bilâl-i
Habeşî hicretin 1. yılında Hz. Peygamber’in öğrettiği ezanı onun emriyle ilk
defa okumakla meşhur oldu ve hayatı boyunca hazarda ve seferde Hz. Peygamber’in
müezzinliğini yaptı. Sabah ezanını çok erken okuyan Bilâl’in bu ezana,
“es-salâtü hayrün mine’n-nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini eklemesi
Hz. Peygamber’i memnun etti ve bunu her sabah ezanında tekrarlamasına izin
verdi. Bilâl başta Bedir olmak üzere Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine
katıldı. Bedir’de esir alınan Ümeyye b. Halef’i görünce, “İşte küfrün başı!
Eğer o kurtulursa ben ölürüm” diyerek onun öldürülmesini sağladı. Mekke’nin
fethedildiği gün Hz. Peygamber ile Kâbe’nin içine girdi ve Resûlullah’ın emri
üzerine Kâbe’nin damına çıkarak fetih ezanını okudu. Hz. Peygamber’in Kâbe’nin
içinde soldaki iki direk arasında iki rekât namaz kıldığını rivayet eden de
odur (Buhârî, Salat/ 30).
Bilâl-i
Habeşî hayatı boyunca Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadı, Vedâ haccında da
bulundu. Onun abdest suyunu temin etmek, sütre
olarak kullandığı harbeyi taşımak, şahsî ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta
özellikle geceleri korunmasını, gündüzleri ise gölgelenmesini sağlamak, yemek
hazırlamak, beytülmâl işlerine bakmak, Hz. Peygamber’in emriyle bazı ödemeler
yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak vermek, Resûl-i
Ekrem’in emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işlerde
görev almıştır.
Bilâl-i Habeşî Hz. Peygamber’in vefatından sonra ezan
okumamış, okuyamamıştır.
Hz. Ömer halife olunca Medine’den ayrılarak Suriye’de birçok
şehir ve bölgenin fethine iştirak etmiş, altmış küsur yaşında Dımaşk’ta (Şam’da) vefat
etmiş ve Bâbüssagīr’deki kabristana defnedilmiştir. El’an türbesi orada ziyaret
edilmektedir.
Hz. Peygamber ona, “Bu gece cennette, önümde senin
pabuçlarının tıkırtısını duydum” diyerek kendisinin cennetlik olduğunu
müjdelemiş ve hangi ameli sebebiyle bu dereceyi elde etmiş olabileceğini
sormuştu. O da her abdest aldıktan sonra “Allah Teâlâ’nın nasip ettiği kadar”
nafile namaz kılma âdetinden söz etmişti (Buhârî, “Teheccüd”, 17; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe/ 108).[1]
Hazreti Mevlânâ Mesnevisinde Hazreti Bilal’in vefat anını
şöyle zikretmektedir:
Hazreti Bilal hilal
gibi incelmiş, yüzünde ölüm rengi beliriyordu. Eşi:
— Eyvah, Bilâl’im gidiyor, dedi. Bilal:
— Hayır, hayır. Ne mutlu bana! Şimdiye kadar yaşamaktan
acılar içindeydim. Ölüm nedir, nasıl bir mutluluktur sen ne bileceksin. Elyevm
elka ehibbeh, Muhammeden ve sahbeh- ben bu gün dostlarıma, sevdiklerime,
Muhammed ve ashabına kavuşacağım.
Bu sözleri söylerken yüzünün rengi nergis, lâle ve gül gibi
açılıyordu. Yüzündeki aydınlık ve ışıl ışıl gözleri, sözlerinin doğruluğuna
tanıklık ediyordu.
Kara kalpli olanlar kara görürdü onu. Aslında basiretsiz
insanlar kara yüzlüydü.
Bilal’ın eşi:
-
Eyvah, ayrılık günüdür,
diyordu.
-
Hayır! Bilakis vuslat,
kavuşma günüdür.
-
Bu gece gurbete gidiyor,
yakınlarının gözünden yitiyorsun.
-
Hayır, hayır! Bilakis benim
canım gurbetten vatana dönüyor.
-
Artık senin yüzünü nerede
göreceğiz?
-
Allah’ın has kulları
arasında. Aşağı değil de yukarı bakarsan, haslar arasında senin de katıldığını
görürsün.
-
Yazık! Evim viran olacak!
-
Ailem kalabalık, evim
küçüktü. Bu yüzden sultan daha mamur ev yapmak için bunu yıkıyor. Bir kuyuyu
andıran bu evde yaşayan yoksul bir kişiydim. Şimdi ise şah oldum. Şaha köşk
gerek. Köşkler zaten şahların alıştıkları yerlerdir. Ölüler için ise ev olarak
mezar yeter. Peygamberlere bu dünya dar geldi de şahlar gibi mekânsız diyara
gittiler. Ölülere göre görkemli görünen bu dünyanın dış yüzü geniş, iç yüzü ise
dardır.
Bu dünya aşırı sıcak bir hamam gibidir.
Hamam ne kadar geniş olsa da aşırı
sıcaktan bunalır ve aciz kalırsın. Dışarı çıkmadıkça ferahlayamazsın.
Ya da dünya, ayağında dar bir ayakkabı ile
çölde gitmeye benzer. Çöl geniş ama, ayakkabı ayağını sıktıkça koca çöl sana
dar gelir. Seni uzaktan görenler: “Sahrada taze lâle gibi açılmış, geziyor”
derler. Onlar senin dışın güller içindeyken, canının feryat ettiğini ne
bilsinler!
(Mesnevi 3520- 3550 No’lu beyitlerin
şerhinden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder